THE ANALYSIS OF LAND READJUSTMENT PROCESS WITH REGARD TO FORMATION OF URBAN SPACE
Journal Name:
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi
Key Words:
Keywords (Original Language):
Author Name |
---|
Abstract (2. Language):
Urban planning defined as a process includes all phases (or stages) from
assigning goals and purposes for planning to implementation of urban
plans. Since it is a process, success of urban planning completely depends
on the relation and continuity between different phases. Planning process
contains not only physical and spatial aspects, but also economic, social,
cultural and psychological background of cities. However, in our country,
implementation of plans is perceived as the most important stage in the
planning process. In this framework, the other aspects of planning are not
taken into consideration. As a result, implementation processes only aim to
share urban rents originating from plans and generation of building plots.
This attitude leads to unfair distribution of property rights and spatial
problems.
Land readjustment, as a tool for implementation of urban plans, might
also lead to dull and low quality space formations. The main goal of
land readjustment process is to generate urban plots, which are suitable
for buildings, at minimum standards. In this approach, areas between
buildings take form indiscriminately; in other words, they are not shaped
through the application of design principles.
In order to concretize the problem relating to the process in Turkey,
striking results have been obtained in the course of studies conducted in
the city of Konya. Konya has been defined as one of the planned cities
of Turkey in terms of planning experience gained from 1960s onwards.
However, the approaches used in orienting the land readjustment
according to the application of the urban plans developed, have supported
their application processes on the production of construction parcels
which are appropriate for construction rather than production of urban
spaces of quality. It is the most substantial indicator of the problem put
forward in the scope of this study that the approach to create design
opportunities instead of construction parcels makes up only 10% of all the
implementations. In addition, this understanding shows that planning and
application processes do not necessarily correlate.
This approach removing the design capabilities and restricting the urban
space formation to areas randomly formed between buildings excludes
space formation from being an issue in architectural and city planning
terms. The perception of the concept of land readjustment as the creation
of facilities and options for the design of urban space rather than treating it
to be an issue of share and parcel production, is the basic necessity for the
removal of existing problems. Such a solution can only facilitate with a shift
in the current understanding of land readjustment, redefining the role of
architects and city planners excluded from the process.
The method of land readjustment frequently used in the process of
plan applications in Turkey includes the phases which may be accepted
as engineering problems in the processes from “the preparation of
arrangement maps” up to “the formation of parcel tables”. The phases
such as preparation of arrangement maps, arrangement of the block
application sketches and calculation of the rate of the block construction
areas and common share of adjustment in the process concerned, are
treated as totally technical phases which are the parts of the engineering
expertise. Dealing with “parcel formation” in accordance with allotment
within the scope of a similar engineering approach leads to empower other
agents outside the disciplines of architecture and city planning. Another
point in this structure which provides construction conditions to produce
detached construction parcels is the fact that the border lines of parcels
not only determine the allotment but also shape the built environment in
accordance with the spaces in between. This leads the engineers of geodesy
and cartography to be accepted as the legal authors of land readjustment,
thus leading to the exemption of the city planners and architects from the
processes of shaping and determining the real qualities of urban space in
Turkey.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Kent planlaması, planlamaya ilişkin amaç ve hedeflerin belirlenmesinden
planların uygulanmasına kadar olan aşamaların tümünü içermesi açısından
“süreç” özelliği gösteren bir kavramdır (1)(Bademli, 1996). Bu anlamda,
planlamanın başarısı içerdiği farklı aşamaların ilişkilendirilme düzeyi ile
ilgilidir. Ancak, mekânsal olduğu kadar ekonomik ve sosyal boyutları da
olan kent planlaması sürecinin, ülkemizde yapılaşma koşullarını sağlayan
imar parseli üretme anlayışı içerisinde ele alınması mekânsal açıdan
başarısız kentsel çevrelerin oluşumuna zemin hazırlamaktadır.
Kentsel çevrenin oluşumuna ilişkin vurgulanması gereken en önemli
nokta, sürecin disiplinlerarası niteliğidir (Moudon, 1992). Bu anlamda,
başarılı kentsel çevreler, farklı uzmanlık alanlarının bir araya getirildiği ve
sürecin planlama, tasarım, mimarlık ve kentsel peyzaj boyutlarının birlikte
ele alındığı bir yapılanma içerisinde gerçekleşebilmektedir. (Günay, 2006).
Ancak, ülkemizdeki mevcut planlama-uygulama anlayışı, süreç içerinde
rol alan aktörlerin birbirinden tümüyle bağımsız çalışmasına fırsat veren
bir yapılanma üzerine kurgulanmaktadır. Bu yapılanma içerisinde, genel
başlıkları ile “imar planlarının üretilmesi”, “arazi ve arsa düzenlemesi
yöntemi ile imar parsellerinin oluşturulması” ve “oluşan bu parsellere
göre bina mimarisinin biçimlendirilmesi” şeklinde tanımlanabilecek 3
temel aşamada, sırasıyla rol alan kent plancıları, harita mühendisleri
ve mimarlar yasal-yönetsel açıdan tanımlanan yetkiler çerçevesinde
birbirinden tamamen bağımsız hareket etmekte ya da hareket etmek
zorunda kalmaktadır. Bu anlamda, sürecin disiplinlerarası niteliğinin
aksine uzmanlaşmaya yönelen söz konusu yaklaşımın, başarısız kentsel
çevrelerin oluşumuna zemin hazırlayan etkenlerden biri olduğu kolaylıkla
söylenebilir.
Kent planlarının uygulanmasında yoğun bir biçimde kullanılan ve İmar
Yasası’nın 18.maddesinin dayanak oluşturduğu (uygulama dilinde,
18.madde uygulaması ya da hamur kuralı şeklinde de nitelendirilen) arazi
ve arsa düzenlemeleri, yukarıda tanımlanan disiplinlerarası ilişkisizliğinin
ve mekân tasarımı açısından yaşanan kaygısızlığın somut bir göstergesi
olması açısından bu çalışmanın temel konusunu oluşturmaktadır. Söz
konusu süreçte, yalnızca bina yapmaya uygun imar parseli üretilmesi
hedeflenmekte, üretilen imar parsellerinin belirleyici olduğu yapılaşma
sonrasında ise kütleler arasında oluşan alanlar, yapı yaklaşma
mesafelerinin tanımladığı boşluklar olmaktan öteye geçememektedir.
Arazi ve arsa düzenlemesi sürecinde rol alan ve bugünkü mevzuat
yapılanması içerisinde müellif kabul edilen harita mühendislerinin,
mevcut kullanılma biçimi ile mekân oluşumu üzerinde yozlaştırıcı etkileri
olan bu yönteme ilişkin başarı kriteri, cephe ve derinlik anlamında
yapılaşma koşullarını sağlayan ve hisseli mülkiyete konu olmayan
(bağımsız: bağımsız) imar parseli üretilmesi, zorunlu durumlarda hisseli
mülkiyete konu imar parseli üretilmiş ise paydaş (paydaş) sayısının en
alt düzeyde tutulması şeklindedir. Arazi ve Arsa Düzenlemesi İle İlgili
Esaslar Hakkındaki Yönetmeliğin 10/c maddesi ile İmar Yönetmeliği’nin
13 ve 14. maddelerindeki (2) hükümleri temel alan bu yaklaşım, parsel
yüzölçümlerinin olanaklı olduğu ölçüde küçültüldüğü, buna bağlı
olarak imar parseli tahsisisin bağımsız hale getirildiği bir yapı üzerine
kurgulanmaktadır. Ancak, işin mühendislik yönü açısından başarı kabul
edilen bu yapılanma, kentsel mekân oluşumunun mekanik bir anlayış
içerisinde denetlenmesi anlamına gelmektedir (Resim 1). Söz konusu
yaklaşıma ilişkin temel sorun, kent morfolojisini şekillendiren yapılar
ve bu yapıların ilişkili olduğu açık alan kurgusunun (Moudon, 1997)
sadece parsel üretimini hedefleyen bir anlayış içerisinde biçimlenmesidir.
Mülkiyetin dönüşümü ve imar haklarının denetiminin bir tasarım sorunsalı
olduğu ve kent morfolojisini oluşturan kütle-mekân ilişkisinin aynı tasarım
süreci içerisinde şekillenmesi gerekliliğini de (Günay, 2006) göz ardı eden
bu anlayış, arazi ve arsa düzenlemesini bir plan uygulama aracı olmanın
ötesinde kentsel mekânın oluşumunun temel belirleyicisi haline getirmiştir.
Bu anlamda, bir plan uygulama aracı olan arazi ve arsa düzenlemelerinin,
kentsel mekân tasarımının denetlenmesine yönelik sürecin temel aktörleri
olan kent planlama ve mimarlık alanlarının ilişkisini kopardığı gibi,
bu alanlar içerisinde üretilecek çalışmaları da şekillendirme gücüne
sahip olması sorgulanması gereken bir durumdur. Bu çerçevede,
çalışma, İmar Yasası’nın 18. maddesini temel alarak yapılan arazi ve
arsa düzenlemelerinin kentsel mekân oluşumu açısından sahip olduğu
belirleyici rolü ve disiplinlerarası yarattığı gerilimi tartışmaktadır. Çalışma
kapsamında ortaya konan sorun, ülkenin “planlı” kentlerinden birisi olarak
gösterilen Konya özelinde somutlaştırılmaktadır.
FULL TEXT (PDF):
- 2
21-38