public spaces of post-industrial cities AND THEIR Changing roles
Journal Name:
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi
Key Words:
Keywords (Original Language):
Author Name |
---|
Abstract (2. Language):
From Agora of the polis, and open market places of Medieval cities to
today’s shopping malls, corporate plazas, atria and festival places, public
spaces have been one of the crucial components of cities for centuries.
Despite their evident importance in cities, public spaces have become
subject to broad concern for more than two decades (Francis, 1987; Carr
et al., 1992; Tibbalds, 1992; Boyer, 1993; Crilley, 1993; Madanipour, 2000).
Particularly under the influence of globalisation and privatisation policies,
city-marketing and imaging programmes and urban regeneration projects,
the new landscape of post-industrial cities has witnessed the emergence of
attractive and alluring public spaces (Boyer, 1993; Crilley, 1993; Hubbard,
1995; Madanipour, 2000; McInroy, 2000). The resurgence of broad interest
in public spaces has led to a significant improvement in the quality of
contemporary public spaces in cities. Nevertheless, public space literature
has frequently hinted at the changing roles and features of the public
spaces.
This article is set up to draw attention to these changes in the postindustrial
cities. Reviewing the public space literature of the last 25-30
years, it first defines the roles of public realms in cities; second explains
in detail the reasons behind the increasing significance of public spaces
over the last two decades; and third describes new types of public spaces
in the landscape of post-industrial cities. Then, depicting the design and
management characteristics, it underlines the changing roles of the public
spaces of the post-industrial cities. In the conclusion, the article summarises
the key issues discussed in the article and seeks to give clues for urban
planning and design practice.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Tarih boyunca kentlerin ayrılmaz parçalarından biri olan kamusal
mekanlara son 25-30 yıl içinde ilgi hızla artmakta; özellikle endüstri-sonrası
kentlerde çok çekici ve göz kamaştırıcı kamusal alanlar inşa edilmektedir.
Bu gelişmeler, uzun bir dönem ihmal edilmiş olan kamusal mekanların
iyileştirilmesi ve kentlerdeki rollerini sağlıklı yerine getirebilmeleri
açısından olumlu olmakla beraber, kamusal alanların rollerinin
değişmesine neden olmuştur. Bu makale, son 25-30 yılın kamusal mekan
yazınını inceleyerek, endüstri-sonrası kentlerin kamusal mekanlarının
değişen rollerini irdelemeyi amaçlamaktadır. Makalede bu amaca yönelik
olarak, kentlerde kamusal mekanların rolleri tanımlanmakta; 1980’lerin
başından itibaren kamusal alanlara artan ilginin nedenleri incelenmekte;
endüstri-sonrası kente özel kamusal mekan tipleri ve özellikleri
tanımlanmakta; bütün bunlara bağlı olarak, endüstri-sonrası kentinin
kamusal mekanlarının değişen rollerine yönelik çıkarımlar yapılmaktadır.
Kamusal mekanlar, yüzyıllar boyunca kentlerin ve toplumların yaşamında
vazgeçilemez roller üstlenmişlerdir. Bu rolleri, fiziksel, ekolojik, psikolojik,
toplumsal, siyasal, ekonomik, sembolik ve estetik başlıkları altında
toplamak mümkündür.
1980’lerin başından itibaren kamusal mekanlar kentlerde özel ilgi odakları
haline gelmeye başlamışlardır. Kamusal mekan yazını incelendiğinde,
artan bu ilginin çok çeşitli nedenleri olduğu görülebilir: Geleneksel kente
duyulan nostalji, sokak aktivitelerine artan ilgi, orta-gelirli genç kentlilerin
yaşam tarzlarına bağlı açık alan talepleri, ‘kültürlerin müzeleştirilmesi’
eğilimi, kamusal alanların sürekli artan toplumsal çatışmaların uzlaşmasını,
toplumsal ve mekansal bölünme ve parçalanmaların tekrar bütünleşmesini
sağlayacak bir kentleşmenin yapı taşlarından biri olduğunun anlaşılması...
Bütün bu iddialar, son dönemde kamusal mekanlara artan ilginin nedenleri
arasında olmakla birlikte, bu ilgiyi harekete geçiren temel neden neo-liberal
politikaların beraberinde gelen küreselleşme ve özelleştirme politikalarıdır.
Bu politikalar öncülüğünde geliştirilen kent-pazarlama ve imge geliştirme
kampanyaları ve kentsel canlandırma projeleriyle birlikte, ‘dünya kenti’
olma yarışında rekabet eden kentleri çekici kılacak ‘göz kamaştırıcı’,
‘fevkalade’, ‘olağanüstü’ olarak nitelendirilen, son derece iyi tasarlanmış,
özenle korunan ve kullandırılan, görsel dekoruyla güçlü imgeler oluşturan
ve belirli bir grubun ihtiyaçları ön planda tutularak geliştirilmiş kentsel
mekanlar üretilmiştir. Söz konusu bu yeni kentsel çevreleri tamamlayan
kamusal mekanlar, yatırımcılarının ekonomik faydasını artırmaya yönelik
araçlar olarak kullanılmakla kalmamakta, aynı zamanda oluşturulan çevrelere yeni sermaye, mal, emek ve yatırımcı, ve hatta ziyaretçi ve turist
çekmeyi sağlayacak önemli unsurlar arasında görülmektedir. Hatta yerel
yönetimler kamusal mekanları küresel piyasalarda rekabet kapasitelerini
artırmada ve toplum önünde başarılarının meşruiyetini sağlayacakları
araçlar olarak kullanmaya başlamışlardır.
Bütün bu nedenlere koşut olarak, endüstri-sonrası kentin hem merkezinde,
hem de çeperlerinde yeni ancak ‘kamusal’ özelliklerinden ödün verilen
yarı-kamusal mekanlar gelişmiştir. Özellikle ticaret işlevlerinin kent
merkezinin dışına çıkması eğilimi sonucunda, kent çeperinde özel araçla
ulaşılabilirliği yüksek alanlarda yer seçmiş, kendi içine dönük, yalnızca
kendini referans alan alışveriş merkezleri, süpermarket zincirleri,
perakende ticarete yönelik parklar kurulmuştur. Açık veya kapalı
alışveriş merkezleri, çok katlı ofis binalarının içinde ve dışında geliştirilen
meydanlar ve geleneksel sokak dokusuna seçenek olarak geliştirilen yeraltı
ve yerüstü tüneller, endüstri-sonrası kent merkezlerinde ortaya çıkan yeni
kamusal mekanlardır. Bunların yanı sıra, genelde eski sanayi bölgeleri ya
da atıl sanayi alanlarının yeniden geliştirildiği mega-ticaret merkezleri,
tarihi dokunun restorasyonu ve sağlıklaştırılması ile yaratılan açık hava
müzeleri ve festival pazarları, konut, iş ve teknoloji işlevlerinde özelleşmiş
kapalı yerleşimlerin içindeki kamusal alanlar, endüstri-sonrası kentin yeni
yarı-kamusal alanlarını oluşturmaktadır.
Kamusal alanların özelleştirilmesi, metalaştırılması ve ticarileştirilmesi,
kamusal alan tasarımında estetik öğelerin, kültürel ve tarihi değerlerin
ön plana çıkarılması ve kamusal mekanların üzerindeki kontrolün
sürekli artırılması, endüstri-sonrası kentlerin yarı-kamusal mekanlarının
ortak özellikleridir. Bu özellikler, kamusal mekanların fiziksel, ekolojik,
psikolojik, toplumsal ve siyasal rollerinin gözardı edilmesine; buna karşılık,
ekonomik, sembolik ve estetik rollerinin gereğinden fazla vurgulanmasına
neden olmaktadır. Bütün bu gelişmeler, kamusal mekanların kent
ve toplumların yaşamlarında üstlendikleri roller arasındaki dengeyi
bozmakta; kamusal alanları tüketimi artıran, belirli gruplara hizmet eden,
yerel kimlikler ve semboller hakkında karışıklık yaratan, mekanların
fetişleştirilmesine neden olan ve hatta toplumsal tabakalaşma, dışlama
ve seçkinleştirmeyi güçlendiren araçlar haline gelmesine neden olmakta,
kamusal alanların ‘kamusallıkları’ hakkında önemli sorular akla
getirmektedir.
Endüstri-sonrası kentlerin kamusal mekanlarında görülen bu
olumsuzluklar, neo-liberal politikaların, daha genel olarak kapitalizmin
bir ürünüdür. Küresel sermayenin egemenliğindeki karmaşık kapitalist
ilişkiler, günümüz kamusal mekanları, hem fiziki, hem de toplumsal
olarak şekillendirmekte, yönetmekte ve kontrol etmekte; bütün bunların
sonucunda da ‘kamusal’ özelliklerini yitirmiş alanlar ortaya çıkmaktadır.
Halbuki, kamusal mekanların demokratik toplumlarda ideolojik bir
konumu bulunmaktadır. Kentlerde farklılıkları bir araya getiren bu alanlar,
Habermas’ın ‘mekansal olmayan ve normatif kamusal alanı’nın maddesel
yanısmasıdır. Kamusal alan, devlet ile toplum arasında aracılık yapan
kurum ve faaliyetler bütünü, toplumun kendini örgütlediği ve temsil
ettiği, toplumsal etkileşim ve siyasal mücadelelerin ortaya konulduğu bir
alandır. Endüstri-sonrası kentlerin kamusal mekanlarının oluşumunda
ortaya çıkan en büyük çelişki, toplumsal temsilin, etkileşimin ve siyasal
mücadelenin yerini küresel sermayenin üstünlüğünün almış olmasıdır.
Unutulmamalıdır ki kamusal mekanlar, belirli bir grubun (grupların)
hakimiyetinde planlandığı, üretildiği ve kontrol edildiği sürece ‘hakiki
kamusal mekanlar’ olamazlar. Kamusal mekanların planlama, tasarım, üretim ve kullanım süreçlerine toplumun ne kadar farklı kesiminden grup
dahil olursa, bu mekanlar o kadar ‘kamusal’ olurlar.
Kamusal mekanlar, üstlendikleri rolleri bir denge içerisinde yerine
getirebildikleri sürece gerçek anlamda kamusal olabilirler. Belirli rolleri
ön plana çıkarılan, kamusal alanların kamu yararına hizmet etmesi de
mümkün değildir. Bu nedenle, toplumun günlük ihtiyaçlarına yanıt
veren ve kamusal mekanların geniş kamusal işlevlerini göz önüne alan
kentsel çevrelerin yaratılması, ve ekonomik, sembolik ve estetik amaçlı
politikaların kamusal mekanların tasarımında tek yönlendirici olmaması
sağlanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, yaşanabilir kentler ancak ‘hakiki
kamusal mekanlar’ ile varolabilirler. Bu da, endüstri-sonrası kentlerin
rekabetçi avantajlarını geliştirme stratejileri ile, toplumların gündelik
ihtiyaçları ve kamusal mekanların zengin işlevleri arasında bir dengenin
sağlanmasına bağlıdır.
FULL TEXT (PDF):
- 1
115-137