Journal Name:
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi
Keywords (Original Language):
Author Name |
---|
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Konut alanındaki çalışmalarda kendine özgü bir önemi ve ağırlığı olması gereken
'işçi konutları', Türkiye'de çok fazla araştırılmamış, ama bir o kadar da zengin ve
yeni bilgi sözveren bir konu alanı olarak önümüze çıkmaktadır (2). Varolan
çalışmalar, daha çok mimarlık yarışması değerlendirmeleri ve fabrikalarda işçi
sağlığı açısından çalışma standartları üzerinde odaklanmaktadır (3). Konuya
Osmanlı Türkiyesi'ndeki konut tipolojileri ve barınma kültürü açısından bakıldığında,
Uğur Tanyeli'nin (1996) konuya getirdiği açılımın, Osmanlı metropolündeki
marjinal tutulan konut türü ile ilişkisi kolayca kurulabilir. Onbeşinci yüzyılda
'hücerat' (hücreler) denilen tek oda konut bibinin dışında, toplam konut stokunun
% 37'si tek odalıdır. Tek odalı evlerin oranı, 18. yüzyılın sonlarına kadar % 8'e kadar
düşer; ancak 'hücerat' her dönemde oldukça çok sayıda bulunmaktadır (Tanyeli,
1996,57-71 ve Tanyeli, 2001,159). Yeniçeriler, bekar erkekler ve 'suhde' tarafından
kullanılan 'hücerat', vakfiyeler tarafından yaptırılan ve kiraya verilen, tek odalı,
kolektif yaşantıyı gündeme getiren, kendi kullanıcılarının 'evli ve çocuklu' ailelerle
karışmasını engelleyen ve denetleyen bir yapı türüdür. Yeniçeriler için yapılan
Yeniçeri odaları ve Cebeci odaları, II. Mahmud döneminde ortadan kaldırılmış
olup, bugüne gelen örneği bulunmamaktadır (Tanyeli, 1996, 64-67). Bekar
erkekler için üretilen 'bekar odaları' ise genellikle tersaneler, donanma için
üretilen barınma bölgeleridir. Buralarda çalışan işçiler, örneğin 18. yüzyılda
'Kalyoncular Kışlası inşa edilinceye kadar Galata ve Kasımpasa'daki bekar
odalarında' kalmışlardır (Tanyeli, 1996, 65). Yine Evliya Çelebi, bu tür 'bekar
odalan'nın sayısız ve çok yaygın olduğunu bildirerek, bunların yerleri ve türlerini,
kullanım farklılıklarını belirtir (Tanyeli, 1996, 65). Mahmud Paşa çevresinde ve
Kapalı Çarşı'nın kuzeyinde hem çalışma hem de barınma mekanı olarak yer
alan hanlar, Haliç'te Feshane'deki, ya da Topkapı Sarayı'nın dış bahçesinde
bulunan Darphane'deki 'hücerat', ya da 20. yüzyılın başlarında İstanbul ve
Ankara'da görülen 'amele(ler) yuvası' türü barınak tipleri, işçi konutlarının ön
oluşumunu hazırlayan gelişmelerdir. öncesine özgü bu türden işçi barınma olanak ve koşullarını hem bu dönemde, hem
de zaman zaman üretim döngüsünün zorunlu kıldığı ortamlarda gözlemlemek
olanaklıdır. Öte yandan, endüstrileşmiş dönemin işçi konutlarının çok zengin bir
bilgi kaynağı ve arkaplan sunduğu söylenebilir. Tasarlanan bir idealin, bir
ütopyanın parçası ve bir mimari kültür ürünü olarak işçi konutları, yapıldıkları
dönemdeki işverenin işçiye ve onun yaşamına bakışını aydınlatır. Bu durum,
işverenin özel ya da tüzel kişi olmasından bağımsızdır. Bu yönüyle fabrika
arazisindeki işçi konutları, işçinin de kabul ettiği, benimsediği, katlandığı fiziksel
çevre ve yaşam koşullarına ilişkin kimi önemli ayrıntıyı içinde saklamaktadır. İşçi
konutları düşüncesinin altyapısını oluşturan ortama ideolojiler açısından
bakıldığında, şu iki özellik öne çıkar:
a) Kapitalist üretim tarzında, işçinin sağlığını korumak ve kollamak, işçinin
geleceğini ve verimliliğini korumak, fabrikanın da yatırım olarak geleceğini,
verimliliğini ve dolayısıyla da işletmenin rantabilitesini artırmak anlamına
geldiği için, her dönemde önemsenmiştir. Bu özellik, 'sağlıklı barınma ve
yaşama koşulları' başlığı altında söylem ve eylem bulur.
b) Endüstrileşmenin her döneminde, kent konutları/ kır konutları gibi
coğrafya ve yer bağımlı ayrımlara dayanan konut tiplerinin yanı sıra, zengin
evi/ yoksul evi, işçi evi/ patron (işveren) evi, memur evi/ yönetici evi gibi, çıkış
gerekçesi ne olursa olsun, farklı yaşam tarzı kökenli, sınıf ve katman ifadeli,
statüye dayalı konut tipleri de, mimari tasarım süreçlerine konu olmuştur.
Mimarlar tarafından 20. yüzyılın ilk yarısından, özellikle Tony Garnier'nin
(1898, 1917) Çiti Industrielle'de önerdiği konutlardan beri, yoğun olarak
kullanılan şema ve kalıpların parçası olan işçi konutları, bu haliyle yukarıda
sayılan çeşitli konut tiplerinin ayırımcı olarak değil, 'eşitlikçi' biçimde
parçasıdır. 'Her yaşam tarzının, mesleğin, sınıfın, katmanın, statünün kendine
özgü, kendisine yakışan ve hakettiği bir konut tipi vardır' kabulü, bu 'eşitlikçi
tanım'ın bilinçaltında yatar ve buradan beslenir. Zaten Jean-Jacques
Rousseau'ya (1762) kadar giden 'toplumsal sözleşme'nin, dolayısıyla toplumsal
sorumluluğun getirdiği bir düşünsel yüktür bu. Zengin olan, yoksulun
koşullarının iyileştirilmesi konusunda düşünmelidir, bundan sorumludur.
İşveren, ya da çalıştıran, çalışanın koşullarıyla kaygılanmak durumundadır.
Ancak söylenmelidir ki, Sanayi Devrimi ile gelen ortamda işbölümüne de
yansıyan bu ayırım, 20. Yüzyılda bir 'toplumsal anlaşma' netliğini bulandıran
ve unutturan yeni kılıflara girmiş, 'sanatçı evi', 'gazeteci evi', 'mimar evi', gibi,
meslek ya da ilgi temelli ayırımlar da ortaya atılır olmuştur.
Türkiye'de de ilk bakışta bu iki özelliği barındıran 'işçi konutları* yaklaşımı, hem
devletin hem de tüzel kişilerin ideolojik yaklaşımında ve müdahalesinde
karşılığını bulmuştur. Nesne olarak işçi konutu, onu gündeme getiren işveren ile
kullanan, benimseyen, giderek 'temellük' eden işçi arasında, 'sözleşmece benzer
bir bağ oluşturur. Memur, nasıl 'statü rejimi içinde bağımlı işgücü'nü temsil
ediyorsa, işçi de 'sözleşme rejimi içinde bağımlı işgücü'nü temsil eder. İşçi konutu
bir nesne olarak, işçinin sözleşmesinin farklı açılardan bir parçası olabilir.
İşveren-işçi arasındaki sözleşmenin gündeme getirdiği ve 'işçi konutları' mantığı
içinde karşılıklı olarak benimsenen bu bağımlılığın boyutları ve gerekçeleri şöyle
sıralanabilir:
a) Fabrikanın işgücü talebi ve yarattığı konut açığı ortamında, işçi belirli bir
fabrikaya lojman türü ucuz ya da ücretsiz konut ile bağımlı kılınmakta;
dolayısıyla emeğini de bağımlı kılmaktadır. Böylelikle, işverenin işgücü bulma
riskini, işçinin iş bırakma riskini azaltan bir seçenek yaratılmış olmaktadır.
b) İşçi aynı zamanda coğrafi açıdan da aynı fabrikaya bağımlı kılınmış
olmaktadır. Bununla işçinin kent içi ya da kent dışı, başka bir fabrikayı, bir
işliği tercih etmesi riski de azaltabilmektedir. Böylece işveren açısından
igücünün sürekliliği sağlanmış olmaktadır. c) İşyeri-işçi evi arasındaki geliş-gidiş süresi, en aza indirildiği, en emniyetli ortama
ve koşullara kavuşturulduğu için, işletmenin işgücü randımanı artırılmış, işgücü
kaybı en aza indirgenmiş olmaktadır.
d) İşçi mahallelerinin barındırdığı eğitim (kreş, değişik dereceli okul), sağlık
(sağlık ocağı, revir ve özel hastahane) ve sosyalleşme mekanları (park, piknik
alanı, gazino, kulüp, spor sahaları) ile işçi ailesinin geleceğe ilişkin kaygıları
giderilmekte, ailenin kendisini rahatça yenilemesi {re-production) olanağı en
çoğa çıkarılmış olmakta; böylece üretim içinde işgücünün verimlileştirilmesi ve
nitelikli işgücü ile sağlıklı çalışma koşullan sağlanmaktadır.
Bu türden bir çerçevenin, çok içten biçimde, Cumhuriyet'in öncü kuruluşlarından
Sümerbank'ın edimlerine yansıdığını baştan belirtmek gerekir (4). Tümüyle'
kapitalist üretim tarzının mantığı içinde, bir alış-verişe dayalı biçimde geliştirilen
bu 'sosyal refah' boyutu, kuşkusuz işverenin işçiyi sömürüsünü de kolaylaştırmakta,
bunun araçsallığmı da içinde barındırmaktadır. Bu araçsallaşmanm mantığını
anlamak, araçsal sömürünün (ya da 'kullanımın' diyelim) boyutlarını, ama bu
arada getirdiği yaşam çevresi niteliklerini (çevresel kalite) ve bunların doğurduğu
yeni alışkanlıkların kültüre girişini ve yayılımını izlemek, kuşkusuz çok geniş bir
araştırma konusu olacaktır. Araştırmanın ana hedeflerinden birisi bu olmakla
birlikte, araştırma zemininin oluşturulması, alandaki bilginin toparlanması ve
belgelenmesi sonrasında konunun yukarıda serimlenen izlekler ve temalar
çerçevesinde yorumlanması olanaklıdır (5).
Resim l. Silahtarağa'nın istanbul genelindeki
konumu;
a,0
Resim 2. Silahtarağa Termik Santrali
güncel vaziyet planı.
İlk saptamalar şunu gösteriyor ki, 1950'li yıllarla başlayarak, özellikle 1950'den
sonra konut kooperatifleri yoluyla ve işçi konut kooperatifleri kurdurularak,
doğrudan fabrika yerleşmesi ya da fabrika kasabasının bağlamında yer alan işçi
konutları yapımından giderek vazgeçilmiş ve i^i konutu-memur konutu ayrımı
ve diğer ayrımlar ortadan kalkmıştır. Her sınıfsal katman ve konum için kendi
gelirine göre kentin herhangi bir bölgesinde konut edinmesi için olanak ve
mekanizmalar yaratılmıştır. Kuşkusuz bu durum, örneğin 'bağımlı çalışanlar'
sayılan işçi ve memurların, sırasıyla sözleşmeli ve statülü rejimlerinin birbiriyle
yakınlaşmasının da bir sonucu olabilir (6). Araştırmanın ilk bulgularının sunulduğu
bu makalede, projelendirilmesi ve yapımı Osmanlı döneminde başlamış olsa bile,
genç Cumhuriyet'in ilk yıllarında eklerle büyütülen ve yakın onyülara kadar işlevini
sürdüren, İstanbul'un ilk hizmet üreten endüstri yapılarından birisi olan Silahtarağa
Elektrik Santrali ve geliştirdiği çalışma ve yaşam ortamları, bunların niteliği ve konut
kültürümüze katkıları incelenmektedir.
FULL TEXT (PDF):
- 1-2
29-55