THE CONCEPT OF DEATH IN TURKISH POEM IN TANZIMAT REFORM ERA
Journal Name:
- Turkish Studies
Keywords (Original Language):
Author Name | University of Author | Faculty of Author |
---|---|---|
Abstract (2. Language):
Death which is one of the inevitable facts of life gives great pain and sorrow to all the living thins left behind. Of all the living things only humans have the potential to express their feelings, thoughts, fear and sorrow through art. This humane and universal fact which is as old as the human history has been examined by almost all religious and philosophical ideas and has been reflected to the literary works of many societies. It can be said that death is one of the most widely used themes in world literature. It isn’t easy to accept a loved person’s death. That’s why remembering the one who is dead and mentioning about the good things he did has been expressed in different ways.
Death which was expressed through epic and sago before Islamism was continued through coronach and lament in Divan and Folk Literature, and in Tanzimat Reform era it appeared a more different perspective. Losing the ones loved has been a great grief to his lovers. This in fact is because of the fact that the memories of the dead person will never be lived again. Losing one’s children and spouse is the most depressing death.
In Turkish Poetry in Tanzimat Reform era, the poems related to death have occurred due to this natural and sincere need. In our study after the idea of death under the control has been handled in Akif Paşa (1787-1845) and Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914), the death insight has been discussed in Abdulhak Hâmid (1852-1937). But the idea of death hasn’t been discussed from a metaphysical perspective as in Abdulhak Hâmid Tarhan. Because his philosophy starts at the grave and ends in the grave. In most of the poems Hâmid who approaches the subjects such as afterdeath, spirit, human, universe, death and dying from a philosophical point of view avoids expressing the idea of death which has settled subconscious on every occasion.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri olan ölüm, geride kalan bütün canlılara büyük bir acı ve üzüntü verir. Ölüm karşısında hissettiklerini, düşündüklerini, korku ve üzüntülerini bütün canlılar içerisinde yalnızca insanoğlu sanat yoluyla dile getirebilme imkânına sahiptir. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu beşerî ve evrensel gerçek, hemen bütün dinler ve felsefî düşünceler tarafından irdelenmiş ve 19. yüzyılın başlarında pek çok toplumun edebî eserlerine yansımıştır. Denilebilir ki ölüm, genel olarak dünya edebiyatında çokça işlenen temlerin başında gelir. Sevilen birinin ölümünü kabullenmek kolay değildir. Bunun içindir ki, öleni anmak, yaptıklarını ve iyiliklerini yâd etmek, her toplumda değişik şekillerde dışa vurulmuştur.
Türk edebiyatında İslamiyet’ten önce destan ve sagu yoluyla anlatılan ölüm, Divan ve Halk edebiyatında mersiye ve ağıt ile varlığını devam ettirmiş, Tanzimat döneminde ise daha farklı bir bakış açısıyla ortaya çıkmıştır. Sevilenlerin ölümle kaybedilişleri sevenleri tarafından büyük bir hüzün kaynağı olmuştur. Bu aslında ölenle beraber yaşanılan hatıraların da bir daha yaşanamamasından kaynaklanmaktadır. Bunda evlat ölümleri ve sevilen eşin ölümü en çok yıpratıcı olanlardır.
Tanzimat dönemi Türk şiirinde ölümle ilgili şiirler de bu doğal ve samimi ihtiyaçtan hâsıl olmuştur. Çalışmamızda önce Akif Paşa (1787-1845) ve Recaizâde Mahmut Ekrem'de (1847-1914) görülen dinin kontrolündeki ölüm fikri ele alındıktan sonra, Abdülhak Hâmid’de (1852-1937) ölüm anlayışı irdelenmiştir. Ancak ölüm fikri, hiçbirinde Abdülhak Hâmid’de olduğu kadar metafizik bir boyutta ele alınmaz. Çünkü onun felsefesi, mezarın başında başlar ve yine orada nihayet bulur. Manzumelerinin çoğunda Allah, âhiret, ruh, insan, kâinât, ölüm ve yok olmak gibi konulara felsefî bir bakışla yaklaşan Hâmid, yakınlarının kaybıyla şuur altına yerleşmiş olan ölüm düşüncesini her fırsatta dile getirmekten kaçınmaz.
FULL TEXT (PDF):
- 4
233-253