OPPOSING POINTS OF VIEW ON THE QUESTION OF NATIONAL IDENTITY IN RESIDENTIAL ARCHITECTURE
Journal Name:
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi
Key Words:
Keywords (Original Language):
Author Name |
---|
Abstract (2. Language):
Discussions of identity in Turkish architecture have customarily addressed the
choice of style as an expression of a cultural commitment to modernity or of a
resistance to it. It is especially the old rhetorical opposition between 'universal
civilization' and 'national cultures' that marks the core of the debates, the roots
of which go back to the Culture of Enlightment and the Romantic Movement.
Trapped within the political context of rivalry between 'progressive' and
'conservative' camps, preoccupation with the ideological connotations of architectural
styles have at times superceded concerns for refinement in design and
production.
Despite common discontent with the existing built environment, arguments
along modernist and traditionalist lines are often misplaced or positioned at each
other's stand. While preservation of the cultural heritage for instance, is central
to the struggles of progressive circles, preservation is less of a concern for the
conservative circles even though their aspirations point towards the resurrection
of past traditions. The attempts to base contemporary design on traditional
models receive the reaction of progressive circles, essentially because the
religious or nationalist arguments that are implicit to revivalist programs are in
conflict with the universalist ideals of modernism. The conservative critique, in
turn, claims the fallacy of the orthodox modernist in confusing 'universal' with
'international'. Hence the arguments for a 'national style' in architecture follow
the emphasis of the timeless qualities of the Turkish house, in contrast to the
temporary images of international styles. The pro-modernists however, regard
the national legitimation of a traditional house type equally confusing, given the
difficulty of identifying a typical 'Turkish house' to represent the entire society
in its heteregenous condition, past and present.
Although there is a tendency to distinguish at least two families of house types
that belong to Anatolian Turks and Greeks, the Anatolian house provides a
remarkable example of cultural diffusion. During the Ottoman era, a variety of
cultures impinged on one another, giving rise to house types shared by different
ethnic and religious groups. The lesson to learn from the Anatolian experience
is that, identity arises from physical and cultural circumstance. Current search
for identity however, focuses elsewhere. While the 'conservative' locates cultural
identity in an idealized past (ie. an architecture that descends from an alleged
origin), the 'progressive' addresses an emancipatory future (ie. an architecture
that reflects progress and instrumental rationality). Unable to cope with the
present situation, both camps share a common historicist vision concerning the
pattern of historical change. Whereas at the core of the current predicament in
Turkish urban environment rests an irretrievable disruption of cultural continuity.
With the process of modernization along Western models, the urban
realm has undergone a radical transformation, whereby the rooted house traditions
have been replaced by a deplorable modern vernacular of apartment
housing.
Parallel to the recent postmodern critique of architectural modernism, an uncritical
eclecticism has emerged (in mainstream house production), whose practice
is largely confined to the facade treatments of what is essentially the same
apartment typology. Being variations of a few cliche" plan types, in all mediocrity
of design and production, the majority of urban housing today conforms with the
pragmatic interests of the speculative property markets. Whether these apartment
buildings are dressed up in modern or traditional idiom, ultimately does
not account for any recovery of an identifiable urban morphology. In this regard,
a comparison of historical and contemporary townscapes is helpful.
The Anatolian settlements owe their admirable place quality to contained outdoor
spaces that are defined, ordered and scaled by an array of houses serving as
a 'perimeter wall' to the street on one side, and the gardens and courtyards on
the other. The tectonic features and the resulting physiognomy of houses vary
with regional conditions, but the role they play as an interface between public
and private domains remains fairly constant. This urban fabric compares to some
extent to row or terrace houses, as well as to perimeter block arrangement of
apartments in many European towns.
Unlike such historic examples from different cultures, the modern apartment
blocks in our cities are isolated objects in their individual plots. Under the
prevailing property relations and building codes, attempts to revive the ambiance
of traditional settlements are to remain a distant vision, except at a level of
scenography. The radical role of architects and city planners in this respect, seems
to dissolve the boundaries between their professional domains, with an intention
towards restructuring the urban form, as well as the concomitant house forms.
As for the question of identity, the content of discussions need to dispense with
worn-out cultural dichotomies, concentrating instead, on the improvement of
professional competence as the most pertinent means to achieve any betterment
in architectural production. Such an intention echoes Bruno Taut's emphasis
that:
All national architecture is not good, but all good architecture is
national.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Yıldız Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, 5 Kasım 1990 tarihinde 'Çağdaş
Tasarımda Yöresel Öğeler' temalı bir sempozyum düzenledi [1]. Sempozyum
çağrısında geleneksel motifler üzerine kurulu tasarımlar başlıca iki kümede ele
alınıyordu: kaynağını özümleyip yeni bir değer üretenlerle, bağlamından kopuk
bir biçimde içeriksizleştirenler. Mimarlıkta kimlik tartışmalarının ilgi odaklarından
biri olan bu konu, Türkiye'de çoğu kez 'ulusalhk-evrensellik' sorusu ile
birlikte gündeme gelmektedir. Ancak bu tartışmalar sınırlı bir ideolojik çerçevede
yürütülmekte ve mimari üslupların 'bağnazlık-çağdaşlık', 'gericilik-ilericilik'
çağrışımları öne çıkmaktadır. Mimarlıkta kimlik tartışmaları çevreyi algılama
ve anlamlandırmayla ilgili geniş bir kapsama sahip olmakla birlikte, bu yazı daha
çok söz konusu çağrışımlarla sınırlı tutulmuştur. Yazının ikinci yarısında yöresel
ve çağdaş konut yerleşimlerinden örneklerle, konut formu ve üslubunun kent
kimliğini ilgilendiren bazı yönlerine de değinilmektedir.
Sempozyumun ortaya attığı sorular içinde, yöresel kökenli/folklorik ürünlere
olan ilginin gerisinde ne gibi düşünsel etkenlerin olduğu, gelenekçi tercihlerin
'ulusçuluk', 'demokratikleşme', 'halkçılık' gibi yönelişler doğrultusunda ve
sanayileşmiş dünyaya karşı bir tepki olarak mı geliştiği sorusu da yer alıyordu.
Modernist düşünceyle birlikte, özellikle Romantik Akım etrafında gelişen bu
tartışmanın günümüzde hangi çerçeveler ve terimlerle birlikte gündeme geldiği
üzerinde durulmak isteniyordu.
Bu soruları yanıtlayabilmek için tarihe dönüp, Romantik Akım'ın yalnızca bir
yönünü oluşturan folklorik kültürlere ilgisinin nedenlerini hatırlamak gerekir.
İlk başlarda Neoklasisizme karşı bir tepki olarak doğan Romantik Akım,
Aydınlanma ve Sanayi Devrimi ile birlikte yükselen yeni dünya uygarlığının bir yandan doğayı ve bireyi ezen mekanikliğine, bir yandan da yerel özellikleri hızla
öğütüp yok edişine karşı bir tepkiyle gelişti. Sınırsız bir ilerleme yarışı ve yararcı
düşünce ile birlikte seyreden moral çöküntüye karşı bir duyarlılığı dile getiren
ilk avant-garde sanat akımı olan Romantizm, modern toplumun krizine ilişkin
temel bir teşhisin tohumlarını içinde barındırıyordu. Teşhis 'yabancılaşma' idi.
İnsanın doğadan, tarihinden, içinde yaşadığı toplumdan ve giderek kendinden
kopuşuyla ortaya çıkan bir kimlik buhranı, konunun merkezini oluşturuyordu.
Kimlik düşüncesinin, batı uygarlığında ortaya çıkan epistemolojik ve etik bir
buhran sonucu geçirdiği değişimler, günümüzde Postmodernizm tartışmasının
da temel sorunlarındandır (Hoffmann, 1980). Bu yazının sınırları içinde
konunun bu yönüne girmeyip, kimlik sorusu karşısında Romantizm'in aldığı
tavıra değinmekle yetinelim: 'Ben kimim? Kim Olmalıyım?* sorusu karşısında
romantikler, güncel gerçekliğe duydukları tepki ile, kendilerinden 'uzak' olana
yöneldiler. Yer ve zaman türünden uzaklıkların (başka coğrafyaların, uzak
geçmiş ya da geleceğin) düşlemi ite, düşünce sınırlarının uzağına düşen fantastik
arayışlar, yaşanılan gerçeklikten başlıca kaçış yollarını sağladı. Akımın en beylik
kanadı, teşhis ettiği hastalığın tedavisini yitirilen geçmişi yeniden yaşatmada
aradı; kimi modernizmin henüz ulaşamadığı uzak coğrafyaların egzotik
kaynaklarına, kimi de kendi modern öncesi kaynaklarına dönmeyi çözüm olarak
gördü.
Bu geriye dönüş türleri içinde, üst kültüre özgü yüksek üslup (high style) türlerine
veya folklor kökenli yöresel (vernacular) ürünlere yöneliş bir tercih meselesi
olmuşsa da, akımın daha köktenci olan kanadının folklorik ürünlere eğilim
duyduğu söylenebilir. Çünkü kültürün maddesel üretimini, teknik gelişmeyi ve
dolayısıyla ilerlemeci düzeni temsil etmeye daha yakın olan yüksek üslup
karşısında folklor, kültürün simgesel üretimini, yıkıcı bir gelişmeye karşı direnci
ve kültürel sürekliliği temsil ediyordu. Günümüzde tartışmalı konumunu
sürdüren 'uygarlık-kültür' (Ziya Gökatp'm terimleriyle 'medeniyet-hars')
karşıtlığını bu bağlamda ele almak gerekir. Modern antropolojinin ikisi arasında
bir ayırım gözetmeyişine, çünkü maddesel ile simgesel üretimin birbirinden
ayrılmaz bir bütün oluşuna karşın, bu ayırdedişin hangi tarihi koşullar içinde
ortaya çıktığını hatırlamak, kültürel eleştiri geleneğinde egemenliğini sürdüren
'evrensel-ulusal', 'modern-geleneksel* gibi karşıtlıkları tartışabilmemizi
kolaylaştıracaktır.
FULL TEXT (PDF):
- 1-2
73-87