Journal Name:
- Sufi Araştırmaları Dergisi
Author Name | University of Author |
---|---|
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Tarih 17 Aralık 1273; saat 16:00 civarı; gün başka coğrafyalarda doğmak üzere garbı kızıla bürürken, güneş batıyor gibi görünse de nöbeti gereği seyrini tamamlayıp bütün dünyayı aydınlatacaktı. Şems-i Tebrizî'nin aracılığı ve Yüce Allah'ın inayeti ile tüm dünyaya ışık olacak olan Mevlânâ güneşi de aynı saatlerde batıyor; ama bu gidiş Sevgili'yle buluşmanın kutlu bir habercisi olmakla birlikte, yakın zamanda batmamak üzere tekrar doğacağı müjdesini de veriyordu...
Mevlânâ Hakk'a yürümüş; yıllardır gönlüne sevgisini nakşettiği Sevgi-li'sine kavuşmuştu. Peki eserlerinde bazen açıkça, bazen sırlar halinde, bazen de en cahil kişinin dahi anlayabileceği tarzda ifade ettiği öğretileri, kendisinin Hakk'a yürümesiyle görevini tamamlayacak mıydı? Ya da örnek ve yerli yerinde hoşgörü dolu yaşam biçimi bir-iki kuşak dilden dile dolaşıp sonra unutulup gidecek miydi? İşte bütün bu soruları kendi kendine soran oğlu Sultan Veled, yakın dostu Çelebi Hüsâmeddin ve diğer müritler bu görevi üslenmiş, beklentiler doğrultusunda Mevlevîliği kurmuşlar ve bir öğreti sistemi haline getirmişlerdi. Bu sisteme göre; kişisel terbiyeyle insan önce kendi "iç"ini keşfetmeli, kendisiyle ve çevresiyle barışık bir insan olmalı, "yerli yerinde" hoşgörü sahibi olmalı ve şekle göre değil de "mânâ"ya göre hüküm verme sanatı kazanmalıydı. Ayrıca "duraganlık"ı terk edip sürekli yeni şeyler keşfetme, kendini yenileme ve insanlara faydalı olmayı kendine düstur edinmeliydi. Bütün bunları yaparken de unutmaması gerektiği bu "yol"un "İslâm merkezli" olduğuydu.
FULL TEXT (PDF):
- 2
109-122