Re-Thinking on Modern Political Theory: Political Theology and Political Messianism
Journal Name:
- Kaygı: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi
Keywords (Original Language):
Author Name | University of Author | Faculty of Author |
---|---|---|
Abstract (2. Language):
According to modern social theory political science belongs to secular domains of social sciences, it is scientific and it immunes from theology. However, in political theory and political philosophy this view is outmoded and one sided today. In this paper I will examine the transformation of modern political theory after German political philosopher Carl Schmitt’s understanding of modern political theory as “political theology”. With this aim, I will evaulate theologico-political leitmotives of modernity and modern political theory such as reason and revelation distinction in philosophy, immanentize the Christian Eschaton, millenarianism (belief that an ideal world will be achieved in the near future), worldly or immanent salvation and particular attention is paid to political messianism and religiosity after secularism.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Modern sosyal teoride entellektüeller arasındaki genel eğilim, politikayı bir “bilim” olarak teoloji, tarih gibi diğer sosyal bilim disiplinlerinden bağımsız, ayrı ve sosyal bilimlerin seküler alanına dahil olarak görme eğilimidir. Bu bildik yaklaşımın aksine günümüzde politika biliminde ve özellikle de politika felsefesinde ortaya çıkan yeni entellektüel gelişmeler ile birlikte yukarıda ifade edilen bakışın oldukça tek taraflı olduğu ve bir tür dinselliği içinde barındırdığı düşünürler tarafından ifade edilmeye başlandı. Bilhassa Alman politika filozofu Carl Schmitt’in Politik Teoloji: Egemenlik Tasarımı Üzerine Dört Bölüm adlı çok önemli eseri yayınlandıktan hemen sonra modern devlet teorisinde kullanılan teolojik kavramlar ve Batı ideolojilerinin apokaliptik (tarihi bir aşamada durduran ve kıyametçi) yaklaşımları politik bilimcilerin ilgisini çok daha fazla çekmeye başladı. Schmitt’in eseri kendisinden kaçınılmaya çalışılan dinsel dilin modern teorilerde devam edip etmediği meselesini ele alıyordu ve Schmitt tarafından modernitedeki sekülerizm iddiasına rağmen dinsel dilin modern teoride varlığını devam ettirdiği ileri sürülüyordu. Schmitt’in söylediği üzere söz gelimi modern devlet teorisinde kadim “kadir-i mutlak Tanrı” kavramı “egemen devlet” kavramına, teolojik bir kavram olan “mucize” kavramı ise, “istisna hali” gibi modern ve politik bir kavrama dönüşüyordu. Schmitt’in “modern teorinin bütün önemli kavramlarının sekülerleşmiş teolojik kavramlar olduğu” iddiası ile birlikte bu türden ifadeler sosyal bilimler ve bilhassa da politika bilimi için meydan okuyucuydu çünkü Schmitt’in iddia ettiği üzere eğer modern devlet teorisinin bütün önemli kavramları kökeninde teolojik ise ve dinselliği barındırıyorsa bilimi dinden, felsefeyi dinden, bilgiyi inançtan, ya da bilmeyi inanmadan vb. nasıl ayırabiliriz? sorusu sosyal bilimcinin cevaplamak zorunda olduğu ve kendisinden kaçınılamayacak bir soru olacaktı. Bir diğer önemli soru da şudur: Sosyal bilimlerde objektiflik kriterimiz bu noktadan sonra ne olabilir?
Politik teoloji alanındaki gelişmelerden yola çıkarsak yukarıda ifade edilen teolojik-politik meselenin büyük ölçüde akıl/vahiy ayrımına ya da dikotomisine dayandığını ifade edebiliriz. Bu meseleyle ilgili olarak yazılarında iki önemli politika filozofu, Yahudi düşünür Leo Strauss ve Alman-Avusturyalı düşünür Eric Voegelin polemiğe girmişlerdir. Strauss bu ayrımı kesin olarak savunurken Voegelin bu ayrımı reddetmiş ve ikisi arasında kesin olarak bir seçim yapamayacağımızı ileri sürmüştür. Leo Strauss, yazılarında düşünürün Atina ve Kudüs arasında mutlaka bir seçim yapması gerektiğini ifade ederken Voegelin Strauss’un iddiasının aksine akıl ile vahyin karşılıklı ilişki içinde olduklarını ve dolayısıyla bunların arasında bir dikotomiye yol açacak şekilde bir ayrım yapılamayacağını ileri sürmüştür. Yalnızca Leo Strauss değil, Habermas gibi soldan gelen düşünürler de bu tartışmaya daha sonradan katılmışlardır. “Post-Seküler” terimiyle Habermas çalışmalarında dinin modern toplumdaki rolünü vurgulamıştır ve Münih’te teologlarla karşılıklı girdiği bir tartışmada akıl-inanç meselesini seküler ve dindar yurttaşların arasındaki ilişki bağlamına oturtarak Voegelin’in yaklaşımına benzer şekilde karşılıklı bağımlılık ve ilişki ekseninde değerlendirmiştir.Amerika’daki 11 Eylül saldırılarından sonra yalnızca Habermas değil, Alain Badiou, Slavoj Zizek gibi soldan gelen başka bazı düşünürler de kamusal alandaki din meselesine büyük önem atfettiler. Sosyal düşünce ve teorideki dine olan bu ilgi ve entellektüel dönüşüm, düşünürler tarafından sıkça “dine dönüş” veya “teolojiye dönüş” olarak adlandırıldı. Amerikalı bir entelektüel olan Michael Allen Gillespie’nin de çalışmasında ifade ettiği üzere söz konusu entelektüel ve politik gelişmeler, modernite projesinin bugüne kadar denenmemiş ve alışıldık olmayan bir tarzda sorgulanmasına da yol açtı.
Modern politika teorisinde bir diğer önemli teolojik-politik mesele “politik mesihçilik” meselesidir. Politik veya modern mesihçilik hareketi Hıristiyan kurtuluş teolojisinin dünyevileşmiş versiyonudur ve Tanrı Krallığı’nı bu dünyada politik olarak gerçekleştirmeyi vaat eder. Bu gayeyle modern entelektüel ilahi bir kurtuluşun değil, dünyevi kurtuluşun peşinde koşar. Bunu Comte’un pozitivizm olarak yeni dininde, Condorcet’nin ilerlemeci üst-insanında ve Marx’ın komünizm teorisiyle Nasyonal Sosyalizmin ari Alman ırkından oluşan üstün Alman toplumunda görebiliriz. Fransız Devrimi ertesinde, Kilise’nin kamusal alandaki gücünü yitirmesi neticesinde dinin kamusal alandan özel alana doğru çekilişiyle birlikte ortaya çıkan spiritüel boşluk sözü edilen düşünürler tarafından ortaya konan politik teorilerle doldurulmak istenmiştir. Comte yeni politik dini “pozitivizm”le bu krize bir çözüm bulmak isterken Marksizm ve Nasyonal Sosyalizm de Comte’la aynı saikten doğdu ve Batı’daki entellektüelleri süratle etkisi altına aldı. Yeni politik teorilerin ve akımların karakteri büyük ölçüde dinsel ve mesihçiydi. Bu teorilerde tarih “şimdiye kadarki tarih” ve “şimdiden sonraki tarih” olmak üzere ikiye bölündü ve teorilerin sahipleri tarihi indirgemeci bir anlayışla entelektüel bir inşaya dönüştürdüler. Söz gelimi Marx’a göre “tarih yalnızca sınıf çatışmalarının tarihi”ydi ve buradan hareketle anlaşılmalıydı. Eğer şimdiye kadarki tarihte hüküm süren sınıf çatışmaları ilga edilebilirse bildiğimiz şekliyle tarih son bulacak ve dünyevi bir cennet ya da ütopya başlayabilecekti. Bu aynı zamanda tarihin sonu da demekti. Tarihin sonu, yani komünist toplum. Yalnızca Marx’ın komünist toplumu değil, Comte’un pozitivist toplumu gibi Nasyonal Sosyalistlerin saf Alman ırkından oluşan gelecekteki toplumu da savunanların teorileri bu mesihçi niteliğe sahipti. Günümüzde de bilimperestlikte yahut İslamcı, Hıristiyan ve Yahudi köktenci hareketlerde bu politik mesihçi yaklaşımı, seküler kurtuluş teolojileri olarak görebiliriz. Modernitenin Teolojik Kökenleri adlı kitabın yazarı olan Amerikalı düşünür Gillespie’ye göre modern proje dini elimine etmek istese ve tamamen seküler bir proje olarak ortaya çıksa da ilahi değil, dünyevi kurtuluşu, eskatolojik düşünceyi, binyılcılık ve modern mesihçiliği teolojik-politik motifler olarak içinde barındırmaktadır. Yine ona göre modern politika ve modern düşünce dini elimine etmek isterken toplum için yeni bir tür din ve teolojiyi geliştirmek durumunda kalmıştır. Bu bakımdan modernite sekülerizmiyle teolojik bir sürekliliği taşımaktadır ve doğrudan doğruya teolojiden, örnek verilecek olursa söz gelimi Aydınlanma ile birlikte sıkça gündeme gelen doğal ve doğa üstü gibi ayrımlar modern ve Fransız Devrimi ertesi bulunmuş ayrımlar değil, kökeninde skolastik düşünceden alınan teolojik ayrımlardır.
Netice itibariyle, Alman düşünür Nietzsche Tanrı’nın ölümünden bahsederken aslında Tanrı’dan tamamen özgürleştiğimizden bahsetmiyordu. Tanrı’nın ölümü ile birlikte Tanrı’nın yerini Jean-Luc Nancy’nin deyişiyle, hümanizmin kutsallaştırılması, insanın bilgisinin ve tarihinin mutlaklaştırılması almıştır. Voegelin, Schmitt, Taubes, Gillespie, Löwith, Nancy ve diğer düşünürlerin ileri sürdüğü üzere, modernizm ve sekülerizm söylenildiği gibi – politik dinler, hümanizmin kutsallaştırılması, Hıristiyan Öte Dünya fikrinin içkinleştirilmesi ve dünyevileştirilmesi, mesihçilik, binyılcılık, dünyevi kıyamet ya da gnostisizm terimlerinden anlaşılacağı üzere - yeni bir tür din üretmiş ise rasyonel olduğu addedilen modernite projesini ve sekülerizmi tekrar sorgulamak gerekir. Bruno Latour “hiçbir zaman seküler olmadık” derken, Post-Aydınlanmacı düşüncenin gerçekte Hıristiyan olduğuna, teolojik kökenlerine ve Hıristiyanlık’ın apokaliptik vizyonuna sahip olduğuna işaret ediyordu.
Yalnızca Gillespie ve Latour değil, Kara Ayin: Apokaliptik Din ve Ütopyanın Ölümü kitabının yazarı John Gray’in de söylediği üzere bilimizmin dünyevi kurtuluş projesi, komünist hareketlerin dünyevi kurtuluşu, Üçüncü Dünya ülkelerinin sözde demokratikleşme vasıtasıyla kurtuluşları, Hıristiyan, Yahudi ve İslami köktencilerin kurtuluş projeleri ve nihayetinde kadınların kurtuluşunu savunan feminist teolojiler tek Tanrılı dinlerin kurtuluş projelerinin modern dönemdeki imitasyonu, yani taklididirler. Nietzsche tarafından Tanrı’nın ölümünün ilanının ertesi modern düşünürlerin teorilerinde sosyal düşünceden adeta kovulmuş olan din pozitivizm, bilimizm, komünizm ya da faşizm olarak değişik kılıklar ya da maskeler altında geri döndü. Modern toplumdaki mesihçi tecrübeyi görmezden gelmek bu manada mümkün değildir. Mesihçilik dünyevi iktidarın spiritüel olarak meşrulaştırılması anlamına gelir. Bu meseleyi değerlendirmeyi ünlü politika filozofu Alman düşünür Jacob Taubes’nin fikirlerinden hareketle bitirebiliriz. Gençliğinde Schmitt’in öğrencisi olmuş ve onun Politik Teoloji adlı eseriyle karşılaşmasını hayatında bir dönüm noktası olarak gören Taubes, politik teoloji ile alakalı felsefi yaklaşımında “pozitif politik teoloji”yi değil, “negatif politik teoloji”yi entelektüel bir çıkış noktası olarak görür. Negatif teoloji sayesinde politik gücün ve iktidarın spiritüel meşrulaştırılmasını tespit edebilir ve değerlendirebiliriz. Yine negatif teoloji yoluyla ilahi ve seküler güçler arasındaki ilişkiyi anlayıp dinsel ütopyayı politik eylem vasıtasıyla sekülerleştirme girişimlerinin farkına varabiliriz. En nihayetinde Taubes’ye göre negatif politik teoloji bizi öte dünyaya ait olan Tanrı Krallığı’nı modern dünyada kurma girişimlerine ve modern olduğu kadar sahte de olan günümüz mesihlerine karşı uyarıcı bir yaklaşım da olacaktır.
FULL TEXT (PDF):
- 24