You are here

Universite Düşüncesinin Ontolojik İlkesi ve Mantıksal Sınırları

The Logical Limits and The Ontological Principle of The Idea of University

Journal Name:

Publication Year:

Abstract (2. Language): 
This article settles an account with the idea of “university” that has been a traditional debate in philosophy. An idea can be accepted as necessarily true by a consensus among some reasonable people, if and only if, its premises could be grounded on true knowledge, and its result could be reached by true reasoning. Then, we have three questions: What is the idea of university, why should it be necessary, and how can a norm be grounded on knowledge? Behind the idea of modern university there is a principle called “Universitas”, named “metaphysics” by Kant, and “prote philosophia” by Aristotle. The opposite of it would be postmodern university, called “multiversity” in principle. Here, we ground the norm Universitas by the logical form of reductio ad absurdum, under the light of the knowledge of the value of some possibilities of human being, or simply, of human dignity.
Abstract (Original Language): 
Tarihte ilk kez Sümerler, M.Ö. 4000’lerden itibaren “üniversite” kavramına uyan bir yüksek eğitim sistemi kurmuşlardı. Bu sistem kendilerinden sonra binlerce yıl daha Ortadoğu’da varlığını sürdürmeye devam etti. Eski Hindistan ve Çin’de üniversite kavramımıza uyan yüksekokulların da olduğunu biliyoruz. Platon’un Akademeia’sı ve Aristotelesin Lykeion’u ise bildiğimiz anlamda akademik içeriğin oluştuğu ve üniversite kavrayışının yerleştiği ilk kurumlardır. Bütünlüklü sistematik felsefeyi bir yüksekokulda başlatmalarıyla bir ön-üniversite modelinin de Akademeia ve Lykeion’da başlamış olduğunu söyleyebiliriz. Planlanmış bir ders programı ve akademik unvanlarla bir hiyerarşinin hukuka bağlanması da eklenince medreselerin ardından ilk Ortaçağ üniversiteleriyle karşılaşırız. Üniversiteleri medreselerden ayıran tek şey kendi siyasal tarihlerine özgü yapılaşmaları, papalık ve krallık güçlerinin evrensellik beklentisi, teorik olarak meşruluklarının ve egemenliklerinin evrensel düzeyde kesinleştirilmesi isteğidir. İlk üniversiteler 1088 yılında Bologna üniversitesi ile paralı öğrenci dernekleri şeklinde başlamış, krallıkların öncülüğünde kurulmuş ve papalık tarafından eğitim sistemleri yapılandırılmış olsa da gene papalığın öncülüğünde kendi bağımsız hukuklarını ilan ettikleri de bir gerçektir. Ortaçağ üniversitelerine Aristoteles ve Thomas Aquinas damgasını vurmuştur. Üniversite düşüncesinin felsefi bir problematik olarak ele alındığı dikkat çekici ilk metin 1789 da Kantın yayımladığı “Fakülteler Çatışması”dır. Kantın düşünceleri doğrultusunda ilk modern araştırma üniversiteleri Von Humboldt ve Schleiermacher’in öncülüğünde 1810’da Berlin Üniversitesiyle kurulmaya başlanır. İkinci metin 1852’de Cardinal Newman tarafından “The idea of a University”, “Üniversite Düşüncesi” başlığıyla yayımlanır. Ardından Karl Jaspers 1923 ve 1946 yıllarında aynı başlıkla makalesini yayımlar. Son metin 1987’de, önceki metinlere gönderim yapmak için aynı başlıkla Jürgen Habermas tarafından yayımlanır. Habermas Üniversite konusunun idealist bakış açısının bir konusuymuş gibi bir “ide” olarak ele alınmasına karşı çıkmakta ve konuyu Schleiermacher ve Wittgenstein gibi, bir dil oyunu şeklinde ele almaktadır. Yani üniversite düşüncesinin kendisinde kabul edilecek zorunlu bir yan yoktur, siyasal bir karardır. Ancak bir toplum o düşünceyi anlamlı bir iletişim içinde paylaşırsa, “yaşam dünyası” ile üniversite kurumu arasında uygun bir ilişki kurulursa, o zaman üniversite bir evrensellik ve genel bir bilimsel nitelik kazanabilir. Habermas sonunda konunun hafife alınamayacak kadar zor ve karmaşık bir konu olduğunu belirterek tartışmasını kapatır. Mantıksal olarak bakarsak, Habermas’ın materyalist itirazı doğrudur. Fakat iddiasının materyalizm veya idealizmle bir ilgisi yok. Yani bir üniversite idesi ileri sürmek idealist olmak demek değildir ve Habermas’ın mantıksal itirazı önceki filozoflarca da onaylanacak bir konumdadır. Çünkü bir ide, düşünce bir bilgi değildir. Bir bilgi veya ontolojik bir önerme, genel mantıkta, cins-tür ilişkisi içinde, kendiliğinden zorunlu veya koşulsuz olarak doğru değildir. Bilgi olabilmesi için doğal nedensellik ilişkisinde koşullu, hipotetik bir yargı verebilmeli ve nesnesine geri götürülüp kanıtlanabilecek şekilde, “dır” biçiminde yalın, assertorik bir önerme olabilmelidir. Oysa bir düşüncenin, idenin kanıtlanacağı nesnesi yoktur, doğal nedensellik koşullarına bağlı değildir, ancak onun kendi iç kavramsal, içlem - kaplam bütünlüğü ile ilişkisi içinde, “meli” biçiminde bir gerekliliğinden söz edebiliriz. Fakat işte kırılım noktası da buradadır: Bütün bunlara rağmen, ancak ve ancak, öncülleri doğru, bilimsel bilgilere dayandırılabiliyor ve onlardan doğru bir çıkarımla o sonuç veya ide elde edilebiliyorsa, o ide aklı başında bir insan topluluğu tarafından uzlaşımla, koşulsuz, kategorik bir yargı ile, zorunlu, apodiktik doğru olarak kabul edilebilir. İdelerin bu şekilde, gereklilik bildiren bir norm ile temellendirilmesi yapılmadan bir anlamı yoktur, çünkü teorik değil, pratiğe dönüktürler. Pratikteki işlevi insan olmanın ayırıcı özellikleri gereği zorunlu olabilir. Hukuksal, tıbbi, etik, çok çeşitli normlar olabilir ve her biri insanın sağlığı, toplumsal varoluşu, insanlık onuru, yaşaması hatta insanca ölmesi için bile vazgeçilmez niteliktedir. Bu durumda onu, sadece bir düşünce, gerçekte karşılığı olmayan boş bir düşünce diye hafife alamaz veya yok sayamazsınız. 19. ve 20. yy, skeptisizmde temellenen bu tür hatalarla doludur. Hume’un, nedensellik gibi, analitik görünen yargıların aslında psikolojik, yani sentetik önermeler olduğunu göstermesiyle başlayan olgu-değer ayrımı sonunda bizi Ayer ve Strawson’ın emotivizmine götürmüş, gereklilik bildiren ifadelerin duygusal, anlamsız, yani bilim dışı olduğu vurgulanmıştır. Değerlerin olgusal olmadığını söylemekle değerleri olumsuzlamış olmaktadırlar ki, bu, skeptik bir çelişki doğurur: “değerler olgulardan, yani olması gerekenler olanlardan çıkartılamayacaksa olgusal gerçekliği olmayan değerler de geçersizdir”. Böylece olmayanda temellendirilen ve olmaması gerekeni bildiren olumsuz bir norm üretmiş olurlar ki, bu bir çelişkidir. Sonunda ayrımın kendisi bilimsel bir değer konumuna girer ki, bu da ikinci bir çelişkidir. Olgu ile değer arasında ilişkinin koparılması, “dır”dan “meli”nin çıkartılamayacağı düşüncesi aşırıya kaçmış skeptik bir yanılgıdır. Aksi halde gerçekte sağlık diye bir şey yok diye bütün hastaları ölüme terk eder, adalet diye bir şey yok diye güçlünün acımasız zulmünü sanatsal bulup takdir ederdik. Skeptisizm aşırıya çekilmedikçe haklıdır, olgu ve değerler birbirinden ayrılabilmelidir yoksa kendini bilim gibi sunan çarpık dinsel şarlatanlıkların, tarihsel, rasgele yığılmış kültürel değerler çöplüğünün içinde boğuluruz. Bunu önlemenin yolu kestirip atmak değildir. Bu pire için yorgan yakmaya benzer. Oysa olgular ile değerler doğru bir çözümleme ile ilişkilendirilebilirler. Antropolojik felsefe açısından baktığımızda, bütün felsefe tarihinin tamamen bu konu, olgu-değer ilişkisi üzerine kurulu olduğunu görürüz. Filozofun işi, içindeki temel üst kurumları ile uygarlığı mantıksal olarak doğru tanımlamak ve temellendirebilmektir. Bütün bu düşünceler, doğruluk, sağlık, adalet, üniversite, devlet, hepsi birer idedir ve o halde neye göre temellendirilebilirler? İşte bu cevap önemlidir: insana göre! İnsan tanımına göre ancak diğer tanımlar temellendirilebilirler. Bu yüzden felsefenin temelde bir insan felsefesine dayalı ontoloji olması, antropolojik bir ontoloji, Betül Çotuksöken’in adlandırmasıyla “antropontoloji” olması gerekir. Kant’ın üç kitapta topladığı üçlemesinin, “Ne bilebilirim?”, “Ne yapmalıyım?”, “Ne umabilirim?” sorularının toplam cevabının sonunda “İnsan nedir?” sorusuna bir cevap olmaya göre planlanmasını hatırlayalım. Bütün adını andığımız büyük filozoflarda temel budur ve diğer üst kurumlar gibi, üniversite düşüncelerini de bu temel üzerine oturtmuşlardır. Felsefe geleneği içinde bu üçlemenin dağılımı basitçe şu tabloyla sergilenebilir: Tablo 1. Felsefede insanı tanımlayan üç yeti alanın dağılımı Biyolojik kökeni Türsel kalıtımsal veriler Yaşama içgüdüsü Örgütlenme (organizasyon) biçimleri İnsandaki yeti Bilme İsteme Eylem (istenç) Nesnesi Anlam Değer Erek Felsefi teorisi Anlam teorisi Değerbilim (aksiyoloji) Karar teorisi Mantıkta önerme türü Anlam önermeleri Hiyerarşik değerlendirme önermeleri Eylem önermeleri Disiplinleri Bilim Ahlak Sanat Kant’ın sorusu Ne bilebilirim Ne yapmalıyım Ne umabilirim Bir yetiye indirgeyenler (kabaca) Bilmeye indirgeyenler: Parmenides, Sokrates, Aristoteles, Kant İstemeye indirgeyenler: Spinoza, Schopenhauer, Nietzsche, Bergson Eyleme indirgeyenler: Herakleitos, Hegel, Marx, James-Dewey Kimi filozoflar bu üçlemeyi koruyarak diğerlerini bir yetiye indirgerken, bazı filozoflar da yetileri ilişkilendirmeyi ve diğerlerini birine indirgemeyi reddetmiştir. Örneğin Deweyci pragmatik gelenek anlam, değer ve karar alanlarını üç ayrı teori ile inceler. Bu indirgememenin aklın araçsallaştırılması ve kapitalist ekonomi modeliyle bir ilgisi vardır elbette. Çünkü yetilerin parçalanması yabancılaşmaya, heteronomiye neden olur ve kitleleri dışarıdan yönetmeyi sağlar. Gene de örneğin, Donald Davidson “A Unified Theory of Thought, Meaning and Action” adlı makalesinde en azından mantıksal bir indirgeme olanağı denemiştir. Şimdi uygarlık tarihin büyük dönüşümlerine damgasını vuran bu filozofların düşüncelerini birer tablo eşliğinde kısaca görelim: Tablo 2. Platon’da akademik bilgi alanları ve idealardan pay alma teorisi Varlık alanı Güneş-Psykhé (ruh) Toprak-Beden Ruhsal yanı Logistikon (akıl yürüterek bilme) Thymoeides (animus, canlılık, yaşam gücü) Epithymetikon (gereklilikleri arzu etme) Bilgi türü Episteme (dialektika, felsefe bilgisi) Teleute (bilimlerin bilgisi) Gnosis (inanılan), alethes doksa (doğru sanı) Aisthesis (duyum, imgelem), doksa (sanı) Bilme türü Noesis (soyut akıl -nous- ile kavrama) Dianoia (yönelimsel, gidimli çıkarım) Pistis (inanç) Eikasia (tahmin, tasarım) Bilgi alanı Aritmetik (Felsefe) (normatif bilimler) Geometri (pozitif bilimler) Müzik, retorik, jimnastik, vb. (uygulamalı bilimler) Ünlü mağara metaforunu hatırlayalım. Erotik bir sıçrama ile öğrenci ideaların bilgisine ulaşır ve yavaş yavaş o bilgiyi sindirir. Bilgi türleri satırına bakarsak, doksalardan alethes doksalara, oradan bilimsel teleute ve epistemeye yükselen bir süreç yoktur. Bütünün, en genel tümeller olan ideaların bilgisine ermekle bütün alt bilgiler doğrultulmaktadır. İdelere yükselmek psykhéde bir bütünleşme, tamamlanma halidir ve akademik bilgi alanları da bütün sistematik ilişkileri içinde anlam kazanıp yerlerini bulurlar: Aritmetik türü saf felsefi bilgi; olguya teorik bakabilen, ara bilim olarak geometrik mantıkla işleyen bilimler ve uygulamalı bilimler, teknikler bir genel bütünlük oluşturmaktadırlar. Akademia’nın en genel kursu “iyi üzerine” adındaydı ve iyilik altında bu bütünlüğün nasıl varlık kazandığı anlatılırdı. Şimdi bir de Aristoteles’in konumunu görelim: Tablo 3. Aristoteles’te yetiler sınıflandırması ve bilgi alanları Etkinlik alanı Psykhé (ruh) Ruhsal yetiler Bilme Oreksis-İsteme Bağımlılık Erdemler Dianoethikes aretes (düşünsel erdemler) Ethikes aretes (etik erdemler) Dianoia türü Theoretika Praktike Poietike (yaratıcı) Bilme yetileri Sophia Phronesis Tekhné Nous Episteme Bilgi alanı Felsefe mantık Bilim Siyaset, etik, iktisat Sanat Bu tabloda en önemli konu varlığın insana ve bilmeye indirgenmiş olmasıdır. Metafizik’inin ilk tümcesi bu düşünce ile başlar: “Tüm insanlar doğal olarak bilmek ister” (πάντες ἄνθρωποι τοῦ εἰδέναι ὀρέγονται φύσει) [980α][21]. Aristoteles Platon’un varlığı kendinde bir bütünlük olarak aldığı için Menon diyaloğundaki açmaza düştüğünü, varlığın ancak cins-tür ilişkisine sokularak bilinebileceğini vurgular. Ve erdemleri de etik ve dianoetik, düşünsel erdemler olarak ikiye ayırarak açmazı çözer. Fakat bizim için temel aynıdır: İnsanın ruhsal, ontolojik bütünlüğü demek bilgi ve bilimlerin bütünlüğü demektir. Düşünme türleri olan theoretika, praktike ve poietike, aynen Kant’taki teorik akıl, pratik akıl ve yargı gücü ilişkisindedir. İnsanın bilme yetilerinin bütünlenmesi için artık aşağıdan başlayarak, episteme, phronesis, tekhne, veya bilme, isteme, yaratıcı karar-eylem yetilerinde deneme yanılma ile olgunlaşarak nous’un, aklın saf bilgisine ulaşılabilir. Bilimler en basit ve saf olandan en karmaşık olana doğru öncekinin ilkeleri üzerinde temellenirler. Mantık + ontoloji + ahlak + siyaset. Siyaset eğitime karar verdiği için diğer bilimlerin üstünde bir yere sahiptir. Ve eğitimle bu bütünlüğü, eğitimin üreteceği insan bütünlüğünü ve insan bütünlüğüne giden yol olarak prote philosophiayı yani bilimlerin ilkesel bütünlüğünü tamamlamak olanaklıdır. Bilmenin ilkesel bütünlüğü aracılığı ile insanın ontolojik bütünlüğe ulaşması ve tür olarak insan olmayı gerçekleştirmesi düşüncesi Ortaçağda başlayacak üniversite kurumunun arkasındaki temel felsefi düşüncedir. Aquinas da genel olarak Aristoteles’in izinden gider, fakat Yeni-Platoncu, dinsel yorumlarla:Tablo 4. Aquinas’ta tözsel yetilerin varlık, bilgi ve oluş olanakları Varlık Varlık tarzının durumu Hareket tarzı Tözel yetiler Varlık kipi Birlik Tanrı Baba Nous Öz = Varlık (Essentia= Ente) Universitas Entellekheia Nous’un eylemsiz saf etkinliği, tamamlanmış bütünlük Nous (Tanrısal Zihin) ↓ ↓ ↓ Intellectus Zorunlu Varlık İlk Neden Özerk (Kutsal Ruh) ↓ ↓ ↓ Intellectus Akıllar Öz ≈ Varlık Saf etkin Entelekheia + ↓ ↓ ↓ Eylem Energeia Intellectus Etkin Akıl ↓↓↓ Edilgin Akıl Duyum Olanaklı Varlık Varlık nedenini kendi dışından alan, yaratılmış Yaderk Doğal varlıklar (Oğul İsa) Ruh (İnsan) Öz ≠ Varlık Dynameis (Gizil) ↓ ↓ ↓ Duyum, istek ↓ ↓ ↓ Cisimlilik Edilgin gereklilikler İlahiyatın konusu tanrıdan bilimin konusu doğaya kadar, bilme ve var olma ilişkisi bu tabloda görülebilir. Aristoteles’in ontoloji dili çarpıtılarak kullanılmaktadır. Hareket tarzına bakarsak: Akıl tanrısaldır, bir melekedir ve Kutsal Ruh gibi meleklere özgüdür. Tanrısal özden uzaklaşıp maddenin varlığına yaklaştıkça insanda gizil haldedir. İnsan akılla, bilimsel ve ilahiyat eğitimiyle aşağı varlığını tanrısal öze yaklaştırarak bütünleşmeye başlar. Özü varlığına denk mutlak bütünlük Tanrı’dır. Üniversite eğitiminin temeli olan yedi özgür sanat (septem artes liberales) üçleme ile başlar: Trivium: mantık/diyalektik, gramer ve retorik. Ardından mantık ve matematikle dörtlemeye geçilir: Quadrivium: aritmetik, astronomi, müzik, geometri ve sonunda etik eklenir. Eğitim öğrenci yetenekliyse ilahiyatla devam eder ve olgunluğa, bütünlenmeye taşır. Ortaçağda üniversiteye Universitas derlerdi. “Universitas” bütünlük, tümlük, genellik, evrensellik demektir. Bilginin bilimsel sorgulamada ulaşacağı evrenselliği ile insan da tamamlanmış bir insan, üniversiteyle birlikte uygarlık da tamamlanmış bir uygarlık olacaktır. Ortaçağın hocaları bir yandan kilise üyesi, diğer yandan inanılmaz derecede özgür düşünen ve ders veren ustalardı. Bu bakımdan ilk akla Cusanus geliyor, bir yandan Papa’nın yardımcısı, diğer yandan uzayda akıllı canlılar olduğunu anlatıyor, sonsuzlar ve sıfır geometrisi ile evreni açıklamaya çalışıyordu. Kant’a gelirsek, onda Aristoteles çok net görünüyor. Artık Kant tablosunu kendi verdiği için işimiz daha kolay: Tablo 5. Kant’ta yetiler tablosu Zihnin bütün yetileri Bilme yetileri A priori ilkeleri Alanları Bilme [cognition] yetisi Anlama yetisi Yasalılık Doğa Hoşlanma yetisi Yargı gücü Ereklilik Sanat (İsteme) Arzu yetisi Akıl Son erek, ideler Özgürlük [ahlak] Kaynak: Kant, I. (2001). Critique of the Power of Judgement, s. 85, (5. 198) Kant’ta da insanın yetiler bütünlüğü ile bilgi alanlarının bütünlüğünün aynı, tek bir insan gerçekliği olduğunu görüyoruz. Kantın öncekilerden en önemli farkı,düşünülen ve duyumsanan dünyaların ilişkisini fenomen-numen ilişkisinde tersine çevirmesi ve varlığı anlama yetisinin a priori kategorilerinde temellendirmesidir. İnsanın diğer yeti alanlarında varlığını tamamlaması da aynı bilme kategorileri aracılığı ile olacaktır. İşte burada yeniden Universitas kavramı ile karşılaşıyoruz. “Nicelik” başlığı altında “çokluk-birlik” ilişkisi sonunda “bütünlük” yani Universitas olarak tamamlanır. Universitas kategorisi akılla ilişkisi bakımından diğer kategorilerden farklı bir konumdadır. Çünkü akıl tözsel bir varlık değildir ve ancak insanda bütünlüklü bir bilme eylemi içinde ortaya çıkar. Yani akıl Universitasın bir sonucudur, ve aklın doğası bütünlüktür. Bilme, isteme ve hoşlanma veya anlama yetisi, akıl ve yargı gücü bir Universitasa ermekle insan bütünlüğe erer ve bilerek isteyen ve özgürce karar veren, yani akıllı insan olur. Yoksa başkasının isteklerini yerine getirecek bilgiyle donatılmış, karar yetkisi olmayan, dıştan komutla çalışan bir heteronom varlığa dönüşür. Dış koşulların, gereklerin pragmatik belirlemesine göre değil, koşulsuz, kategorik olarak evrensel bir akıl yasası ile karar verebilen insan bütünlüklü, özerk bir akıl varlığına dönüşür. Bir düşünce varlığının, zekanın varlığı Universitas ilkesi ile kendini özerkleştirmesine bağlıdır. Bu durumda Universitas sadece üniversite kurumunun dış çerçevesi değil aynı zamanda iç kurucu ilkesidir de, bilgi ve bilimin kurucu a priori ilkelerinden biridir ve üniversitenin ontolojik olarak bir kurum varlığı olmasının da kurucu normudur. Böylece üniversitenin varlığı Universitas ilkesinin aklın özerkliğini garantiye almasına, aklı özerkleştirmesine bağlıdır. Üniversitenin özerkliği tepeden, rektörlüğün siyasetten veya ekonomiden etkilenmemesi demek değil, bundan çok daha fazlasıyla, en alttan, iş yapan bilim insanının üniversite yönetimi dahil her tür hatır, emir ilişkisinden bağımsızca bulduğu doğruları bilimsel eleştiri sahnesine sunması ve engelsiz iddia edebilmesi demektir. Üniversitenin özerkliği “Aydınlanma Nedir”deki tanımında olduğu gibi her bireyin “kendi aklını özgürce kullanma cesareti”nde temellenir. Üniversite aklın kamusal kullanıma sunulduğu özerk eleştirel düşünüm kurumudur ve siyasetten bağımsızlaşarak geriye ödeyeceği görevi toplumuna, kamusal aklın eleştirel düşünümünü sunması ve ulusal aydınlanmaya hizmet etmesidir. Aristoteles’in prote philosophiası, bilimlerin ilkesel bütünlüğü Kant’ta “metafizik”, yani “saf aklın arkitektonik birliği” olarak adlandırılır. Yani bilimlerin fakülteler çatısı altındaki Universitası bilimlerin kurucu a priori ilkeleri düzeyinde, transendental bir Universitastır. Böyle büyük bir planla amaçlanan yarar, bir bilim dalına baktığımız zaman “bütünü bir bakışta görebilecek, bu bilimde önemli olan temel noktaları tek tek sınayabilecek ve sunuluşuyla ilgili bazı şeyleri yapıtın ilk yazılışında olabileceğinden daha iyi düzenleyebilecek bir duruma” (Kant, 1983: 12, para. 20) gelmektir. Kant zamanında Prusya’da fakülteler, üst fakülteler (tıp, hukuk ve ilahiyat) ve alt fakülte (felsefe, yani fen-edebiyat fakültesi) şeklindeydi. Kant felsefenin üst fakülte olması ve üniversitenin kurucu fakültesi olmasını aklın özerkliği için zorunlu sayar. Üniversitenin, bilim dalları ve fakültelerin aklın özerkliği ilkesine göre düzenlenmemesi, akıl dışı, uzlaşıma, oya dayalı, duygusal ve çıkarlara dayalı, rastlantısal düzenlenmesi demektir. Sonucu da bütünlüğü olmayan teknik birlik olur ve üniversite “bilim” değil “skolastik rapsodi” üretir. Üniversite düşüncesi, Platon’dan Kant’a kadar insanın kendini bir tümel düşünce varlığı gibi yeniden tasarlayıp yaratma çabasının bir ürünüdür. Özetle, üniversite felsefenin kurumsallaşmış halidir. Şimdi Universitas ilkesini üniversitenin temel normu olarak ileri sürebilmek için onu insan-varlık bilgisine,antropontolojik yönteme dayandırabiliriz. Aristoteles ve Kant’ın da bilim ve insan görüşlerini dayandırdıkları gibi, bütün normlar -Kuçuradi’nin (2007: 64) ifadesi ile- “insanların içinde bulunduğu en az iki farklı tarihsel durumun, insanın bazı yapısal olanaklarının değerinin bilgisi ışığında (ya da insan onuru dediğimizin ışığında)” reductio ad absurdum ile karşılaştırılarak temellendirilebilir. Biz de aynı yoldan Universitası bir norm olarak kanıtlamaya girişeceğiz. Şöyle ki: Alman üniversitelerinden başlayarak yayılan Modern Avrupa üniversiteleri 20. yy ile birlikte otoritelerini Amerikan üniversitelerine bıraktılar. Amerikan üniversitelerinin temeli Universitas ilkesini redde dayanır. Bu nedenlere kendilerine “multiversite” de derler. Böylece üniversite ve multiversite iki farklı tarihsel durumdur ve insanın yapısal olanağına bakılarak karşılaştırılabilir. Karşıtı absürt ise, Universitas bir norm olarak kanıtlanmış olacaktır. Multiversiteyi hazırlayan teorik koşullar vardır. Öncelikle ilk itiraz Russell’dan gelmiştir. Fakat Russell bilimsel bütünlük düşüncesine karşı gelirken Aristoteles ve Kant’ın bütünlük ilkesini transcendental düzlemde kurduğunu atlamış ve Hegel’in immanent, içkin bütünlük düşüncesini yanlışlamıştır. Bilimlerin ürettiği bilgi içeriklerinin bütünlüğünü savunmak Russell’ın da haklı olarak vurguladığı gibi mistik bir hayal ve mantık hatasıdır. Analitik felsefeden gelen itiraz pragmatizmde köklü bir reddedişe ulaşır. James, Dewey ve Quine’ın Aristotelesçi uygunluk ilkesini reddetmekle doğruluğu reddetmeleri, bilimlerin birbirine indirgenmesini engellemektedir. Böylece bilim theoria olmaktan çıkar, bir pratiğe ve teknolojiye, pazar ürününe dönüşür. Lyotard’ın Postmodern Durum adlı, postmodernizmin İncil’i gibi kabul edilen kitabı özetle Kant’ın Aristotelesçi prote philosophia düşüncesini reddetmek üzerine kurulmuştur. Bu kitapta görünen o ki, postmodernizm, pragmatizmin Avrupa versiyonu olarak aslında teorik bir başarısızlıktır. Sonunda kitap kendini yanlışlayacak şekilde konunun siyasal karar olduğunu belirtir. Marksizm de yanlış hedeflenmiş bir değerlendirme içindedir: Adorno konuyu Hegel’in immanent, içkin bütünlük anlayışına dayandırır ve immanent diyalektiğin üreteceği bütünlüğün özdeşlik ilkesine varacağını gösterir. Özdeşlik siyasal iktidarın teorik kimlik belirleme ifadesidir. Bu teorik karşı gelişlerden sadece pragmatizm durumu yanlış anlamamış ve baltayı taşa vurarak insanın özerk bir akıl varlığı olmasını engelleyecek, Kant’ınkinin tam aksi bir ilke ileri sürmüştür. Serbest pazar ekonomisinde, sonunda bilim de insanlar da birer alete dönüşeceklerdir. Aşağıda bu çıkarımımızın uygulamalı kanıtları görülebilir. Multiversite Amerika’da 50 yıldır uygulanmaktadır ve savunucuları kendi ağızlarından bazı sonuçlardan şikayet etmektedirler. En yetkili ağızlardan derlediğimiz şikayetler kısaca şöyledir: York Üniversitesi’nden Fallis, multiversiteyi Anglo-Amerikan dünyanın gelecek yüzyılına egemen olmayı talep etmek, başka uluslar için baskın kurum olmakla tanımlamanın yanında, demokratik gerileşme, insanbilimlerinin kültüre hizmet edemez hale gelmesi, fırsat eşitsizliği şeklinde anlatır. Kendisi multiversitelerin yararcı ilkeye dayandırıldığından, meslek odaklı bir bilme ve paralı eğitim doğurduğundan, profesörlere kâr getirmeleri için baskı yapıldığından şikayet eder. Minnesota Üniversitesi’nden Bowie, üniversite-sanayi işbirliğinin iyi olduğunu fakat yabancılaşma problemi doğurduğunu, insanın parayla ölçüldüğünü, güzel sanatların ve kültür bilimlerinin gerilediğini söyler. Rutgers Üniversitesi’nden Wilshire, öğrencilerin kişilik bütünlüğünün parçalandığından, hakikatle bağlarının zayıfladığından söz eder. Hepsinin sonuçlarından şikayet ettikleri şeyin Universitas ilkesinin olmamasında toplandığını söyleyebiliriz. Amerikan kültürünün bir sürü kültürü, mass culture doğurması da buna dayandırılabilir.Mantıksal olarak bakarsak, insanın bütünlüğünün sağlanmadığı bir durumun insanın hakikatle bağını yitireceği bir ruhsal parçalanmaya yol açacağı, bununsa tam adıyla yabancılaşma olacağı çok açıktır. Reductio ad absurdumu sonuçlandırırsak, bütün bu teorik ve pratik sonuçların absürt bir durum doğurduğunu söyleyebiliriz ve böylece “Universitas” üniversitenin temel normu olarak kanıtlanmış olur. Universitas ilkesini temel kurucu normu olarak almamış bir eğitim ve araştırma kurumu üniversite değildir, en fazla “yüksel okul” olarak adlandırılabilir. Şimdi üniversite düşüncesinin ne olduğu ve ne olmadığını apaçık ve kesin olarak felsefi düzeyde kanıtladığımızı kabul edersek bugüne bakabiliriz. Bugün bütün Avrupa ve Türkiye’de yaşanan deneyim “Bologna süreci” olarak adlandırılmıştır. Bologna süreci AB’nin bütünleşme sürecinin bir parçası, o da Amerikan sermayesinin küreselleşme girişimine katılan en güçlü küreselleşme denemesidir. Üniversite düşüncesindeki köklü değişimin nedeni Dolar-Euro ilişkisidir. Postmodern Amerikan ticari üniversite modeli modern Avrupa araştırma üniversite modelini egemenliği altına almaktadır. İki kutuplu dünyanın çözülmesi ve 1970lerin küresel Dolar ekonomik krizinin sonucu olarak Reagan ve Thatcher öncülüğünde, geliri halkla paylaşan refah liberalizminden, sermayenin karını hedefleyen “saf pazar mantığının önündeki kolektif yapıları ortadan kaldırmak”la tanımlanan neo-liberalizme geçilmiştir. Kapitalizmin işleyiş biçimi yabancı unsurları kendine eklemlemesi (articulation) şeklindedir. En basit haliyle biz eklemlenmeyi marketlerin bakkalların pazarını ele geçirip onları silip atması şeklinde izledik. Üniversitelerdeki değişimse neo-liberalizmin üniversiteleri sermayenin önündeki kolektif yapı engeli olmaktan çıkartma ve kendine eklemleme sürecidir. Modern modeli içinde, toplumsal aydınlanmaya, özgürleşme ve insanlık onuruna, özgür akla yol açacak şekilde kamusal akla eleştirel düşünüm mantığı sunmak, rasyonel bir canlılık ve bilinç katmakla görevli olan üniversite de saf pazar mantığı önünde engel olan kolektif bir yapıdır ve üniversitenin çok kâr getirecek bir şirkete dönüştürülebilmesi için bu engel ortadan kaldırılmalıdır. “Yeni”, “üçüncü kuşak”, “demokratik”, “toplum üniversitesi” olmak gibi adlarla parlatılan olgu aslında gördüğümüz gibi insan tanımını değiştirmekte, AB’nin resmi ifadesiyle “işçi pazarına nitelikli uzman” insanı, felsefi adlandırmayla “köle”yi hedeflemektedir. Sonuç, insanlığın türsel olarak yabancılaşması ve uç noktada distopyadır. Hedef üniversitelerin şirketleşmesidir. Şirket üniversitelerinin yönetimi “demokrasi” adı altında, “halkı”, yani sermayenin arkasındaki siyasal cemaatleri temsil eden mütevelli heyetlerine verilecektir. Rektörlük içerden seçimle gelen akademik meslektaşlardan değil, siyasetin atadığı profesyonel işletmeci yakınlardan oluşacaktır. Eğitim yüksek ücretle paralı olacaktır. Amerikan cemaat üniversite modeli gelecektir. Öğrenci burs bulmadan okuyamayacak, bursu verecek otoriteler sermayelerini kendi içinde kullanmak isteyecek ve yabancıya burs vermeyecektir. Böylece eğitim ve nitelikli insan kaynağı da siyasal finans kaynaklarına ait olacaktır. Kısaca Wissema’nın dediği gibi, para bulamayan öğrenci okuyamayacak, sanayiden proje, halktan öğrenci bularak kâr getirmeyen hocalar kovulacak, zarar eden üniversiteler kapatılacak, temel klasik hümanist kültür değerleri ortadan kaldırılacak, kâr getiren bilgi kolları ve girişimci projelerin eğitimi verilecektir. Artık distopyaları edebiyatçılar değil, “demokrasi” adı altında plütokratik güçler, sermaye-siyaset birliği, “seçkin bir yararcı sınıf” yazmaktadır.
63
90

REFERENCES

References: 

ADORNO, Theodor W. (1990) Negative Dialectics. Ashton, E. B. (Ed). London: Routledge.
AQUINAS, Thomas. (1920). Summa Theologica. Part I, Volume 1, Trans. Fathers of the English Dominican Province. London: Burns Oates & Washbourne Ltd.
AQUINAS, Thomas. (1922). Summa Theologica. Part I, Vol. 4, Trans. Fathers of the English Dominican Province. London: Burns Oates & Washbourne Ltd.
ARISTOTELES, (1928). Metaphysica. Ross, W.D. (Ed.), The Works of Aristotle içinde. Vol. III, 2. Pub. London: Oxford University Press.
ARISTOTELES (2008). De Anima. Trans. Hicks, R.D., N.Y.: Cosimo Classics.
BARONE, CharlesA. (1985). Marxist Tought on Imperialism. N.Y.: M.E. Sharpe, Inc.
BOURDIEU, Pierre (1988). The Essence of Neoliberalism. Le Monde Diplomatique, December, 1-6.
BOWIE, Norman E. (1990). Business-University Partnerships, Cahn, M.S. (Ed.), Morality, Responsibility and the University (195- 217). Philadelphia: Temple University Presss.
CASTELLS, Manuel (2003). End of Millenium. 2. Pub. Oxford: Blackwell Publishing.
ÇOTUKSÖKEN, Betül (2010). İnsan Hakları ve Felsefe [Human Rights and Philosophy]. İstanbul: Papatya Yayıncılık.
DAVIDSON, Donald (2001). Inquiries intoTruth and Interpretation. N.Y.: Oxford University Press.
DAVIDSON, Donald (2004). Problems of Rationality. N.Y.: Oxford University Press.
DEWEY, James (1995). The Construction of Good. Cahn, S.M., & Haber, J.G. (Ed.), Twentieth Century Ethical Theory (65-80). New Jersey: Prentice Hall.
European Union, The Bologna Declaration, (23.12.2012), The official pages of EU: http://www.bologna-bergen2005.no/Docs/00-Main_doc/990719BOLOGNA_DECLARAT...
European Union, Modernisation Agenda for universities, (23.12.2012), The official pages of EU: http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2006:0208: FIN:EN:PDF
European Union, The EU contribution to the Bologna Process, (23.12.2012), The official pages of EU: http://ec.europa.eu/education/higher-education/doc/bologna09_en.pdf
FALLIS, George (2007). Multiversities, Ideas, and Democracy. Toronto: University of Toronto Press.
FINCHER, Cameron (2000). Recalling Karl Jaspers’ Classic: The Idea of the University. IHE Perspectives, (April), 1-6.
HABERMAS, Jurgen (1987). The Idea of the University. Trans. Blazek, J.R.. New German Critique, (Number 41), 3-22.
HEIDEGGER, Martin (1977). The Question Concerning Technology and Other Essays. Trans. Lovitt, W. London: Harper Torchbook.
JAMESON, Frederic (1991). Postmodernism, or, The Cultural Logic of Late Capitalism. Durham: Duke University Press.
The Logical Limits and The Ontological Principle of The Idea of University
9 0 2015/24
KANT, Immanuel (1964). Groundwork of the Metaphysics of Morals. Trans: H. J. Paton. N.Y.: Harper&Row Publishers.
KANT, Immanuel (1968). Kants Werke: Akademie Textausgabe. Vol. 8. Berlin: de Gruyter.
KANT, Immanuel (1974). Logic. Trans. Hartman, R.S. & Schwarz, W.. N. Y.: Dover Publishers.
KANT, Immanuel (1983). Prolegomena zu einer jeden künftigen Metaphysik die als Wissenschaft wird auftreten können /Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena. Trans. Kuçuradi, İ., Örnek, Y. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
KANT, Immanuel (1992). The Conflict of the Faculties. Trans. Gragor, M.J. Nebraska: University of Nebraska Press.
KANT, Immanuel (2000). Critique of Pure Reason. Trans. Guyer, P., & Wood, A. D. (Ed.). N.Y.: Cambridge University Press.
KRAMER, Samuel N. (1963). The Sumerians: their history, culture and character. Chicago: The University of Chicago Press.
KUÇURADİ, İoanna (2007). İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları [Human Rights: Concepts and Problems]. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
LYOTARD, Jean-Francois (1984). The Postmodern Condition: A Report on. Knowledge. Trans. Bennington, G. & Massumi, B.. Minneapolis: University of Minnesota Press.
MARX, Karl (1963). Ekonomic and Phiosophical Manuscrits [1844], Fromm, E., Marx’s Concept of Man, (87-197)., Trans. Bottomore, T.B. 5. Pub. N.Y.: Frederick Ungar Publishing Company.
McINTYRE, Alasdair (2009). God, Philosophy, Universities. Maryland: Rowman & Littlefield Publishers.
NAILS, Debra (2002). The people of Plato: a prosopography of Platon and other Socratics. Indianapolis: Hackett Publishing.
PLATON, (1997). Complete Works of Plato. Cooper, J.M., (Ed). Indianapolis: Hackett Publishing.
POPPER, Karl (1972). Objective Knowledge. Oxford: Clarendon Press.
QUINE, Willard Van Orman (1960). Word and Objects. Massachusetts: The MIT Press.
RÜEG, Walter (2003). A History of the University in Europe. Rüeg, W. (Ed)., Vol. I. Cambridge, NY.: Cambridge University Press.
RUSSELL, Bertrand (1999) On Religion. NewYork: Routledge.
RUSSELL, Bertrand (2007). The Problems of Philosophy. N.Y.: Cosimo Classics.
SCOTT, Peter (1990). Knowledge and Nation. Edinburgh: Edinburgh Univesity Press.
WILSHIRE, Bruce W. (1990). The Moral Collapse of the University: Professionalism, Purity, and Alienation. N.Y.: State University of New York Press.
WISSEMA, Johan Gooitzen (2009). Towards the Third Generation University. Cheltenham: Edward Elgar Publishing.

Thank you for copying data from http://www.arastirmax.com