Buradasınız

KUR’AN’A YÖNELİK TAHRİF İDDİALARINA ZEYDÎ TEPKİ

Journal Name:

Publication Year:

Author NameUniversity of AuthorFaculty of Author
Abstract (2. Language): 
The claims of distortion in the Qur’an increased especially in the second half of the 3rd/9th century. In this era, attempts to justify the thought that the person who would be the Imâm should be determined exactly by the nass, also increased, and also Hasan al-Asqari (260/874), the eleventh imam of the imâmate, died so the imâmate were in search of a new imâm. The claims of distortion in the Qur’an which were especially asserted by Shî’a were criticized by Zaydiyya which was considered as a subset of Shî’a. In this context, al-Qâsim al-Rassi (246/860), attempted to prove the integrity of the Qur’an by citing some verses of the Qur’an in which Allah ordered obedience to his creatures. According to al-Qâsim al-Rassi those verses indicates logically to the integrity of the Qur’an, because in order to act totally in obedience to Allah, there should be no deficiency in Qur’anic commands, prohibitions and permissions. In his view, to ascribe the distortion of the Qur’an to a follower of the prophet is also not acceptable, because while the prophet Muhammad died there were a lot of believers who memorised the whole Qur’an or copied it by writing. Al-Rassi also stated that he himself saw in the hand of a man, who belongs to sons of Hasan, a copy of the Qur’an that was written by the handwriting of Ali bin Abû Tâlib, Salmân and al-Mikdâd, and he declared that it was the same as the actual copy of the Qur’an. al-Hâdî ila al-Haq (298/910), who took the subject more systematically and more detailed, mentioned consequences when it is accepted some parts of the Qur’anic text were lost, as a difference from al-Rassi. Hâdî ila al-Haq, by citing the thaqalayn Hadith (Hadith of the two precious things) as an evidence, also declared it is impossible that there was a distortion in the Qur’anic text.
Abstract (Original Language): 
Kur’an’da tahrif (distortion) iddiaları, III./IX. asırda özellikle bu asrın ikinci yarısında yoğunlaşmıştır. Bu dönem, imam olacak kimsenin nassta açıkça belirtilmesi anlayışı ve bunu temellendirme tartışmalarının yoğunlaştığı, İmâmiyye’nin onbirinci imamı Hasanu’l-Askerî (260/874)’nin vefat edip, Şîa’nın adeta bir şaşkınlık ve arayış içinde olduğu zamanla da çakışır. Bu dönemde genelde Şîa tarafından öne sürülen Kur’an’da tahrif iddialarına yine Şîa’nın bir alt grubu sayılan Zeydîlerden eleştiriler gelmiştir. Bu çerçevede Kâsım Ressî (246/860), Kur’an’da Allah’ın kullarına itaati emrettiği ayetlerden bazılarını zikredip, bu ayetlerin mantıki sonucu olarak Kur’an’da bir eksikliğin mümkün olmadığını ispata girişir. Zira Allah’a hakkıyla itaat edebilmek için Kur’an’daki emir ve yasaklardan herhangi birinin eksik olmaması gerekir. Ona göre tahrif iddiasını salih bir kimseye isnat etmenin de bir anlamı yoktur. Çünkü Hz. Muhammed vefat ettiğinde sahabeden Kur’an’ı yazı ve kıraat olarak pek çok kimse bilmekteydi. Daha sonra Kâsım, Hasan oğullarından birinin yanında Ali b. Ebî Tâlib, Selman ve Mikdat’ın el yazısıyla yazılmış bir mushaf gördüğünü ve onun mevcut Kur’an’ın aynısı olduğunu kaydeder. Konuyu daha sistematik ve ayrıntılı bir şekilde ele alan Hâdî ile’l-Hakk (298/910), Kâsım Ressî’den farklı olarak Kur’an’ın bir kısmının kaybolduğu kabul edildiği taktirde ortaya çıkacak sonuçlardan bahseder. Ayrıca sekaleyn hadisini delil göstererek Kur’an’da bir tahrif olmasının mümkün olmadığını ifade eder.
65 - 80