Buradasınız

SAFAHÂT'IN DİL ve ÜSLÛBU

Journal Name:

Publication Year:

Author Name
Abstract (Original Language): 
Şair ve yazarı bir san'atkâr olarak değerlendirmek icap ettiği zaman, ele alınacak ilk maddî unsur onun dil ve üslûbudur. Bu ölçü, Türk Edebiyatı bahis konusu olunca daha büyük bir önem kazanır. Çünkü şair ve yazarın tek vasıtası olan dil, hiç bir milletin tarihinde bizim tarihimizdekine benzer bir dalgalanma, bir farklılaşma göstermemiştir. Onun içindir ki, Türk Edebiyatında san'atkârlan yalnız diline göre değerlendirmek mümkündür. Nitekim zaman zaman bu yolda başvurulup, bir şairin, sadece dili yüzünden reddedildiği, diğerinin ise, gene sadece dili sayesinde ayakta kaldığı görülmüştür. Türkçenin Ana-doludaki macerası san'atkârm, tenkidin hassas terazisine konmadan, yalnız kullandığı dil malzemesi ile değerlendirilmesine sebeb olmuştur. Bilindiği gibi Anadolu'daki Türk edebiyatı, 13. asırdan itibaren şu üç kolda gelişmeğe başlamıştır : 1)Divan Edebiyatı, 2)Tekke Edebiyatı, 3) Halk Edebiyatı, Böyle üç ayrı yönde gelişen edebiyatımızın her bir dalı, hem tem ve konu bakımından, hem de dil, üslûp ve ifade bakımından milletimizin farklı tabakasına hitab ediyordu. Bunlardan Tekke edebiyatı ile Halk edebiyatı dil ve ifade itibariyle birbirine çok yakındı. Bu sebeple milletimizin büyük çoğunluğu tarafından tutulup seviliyordu. Divan edebiyatı ise, belki işlediği temler bakımından değil, fakat kullandığı dil yüzünden halktan kopmuştu. Belli bir zümreye has gibiydi. Halkın hiç de yabancı olmadığı aşk, ölüm, kıskançlık ve ihtiras gibi insanî duyguları işlediği halde, sırf dili yüzünden ondan uzak kalmıştı. Bir millî edebiyatın böyle üç ayrı kolda gelişmesi Türk milleti için büyük talihsizliktir. Çünkü her üç edebiyat kolu da bütün millete değil, onun ancak bir kısmına hitap edebilmiştir. Her üçü de ayrı ayrı «zirve» 1er yetiştirdiği halde, bunların çoğu kendi tesir sahasını aşıp, millete mal olamamıştır. Ancak, Yunus Emre ve Süleyman Çelebi gibi bir kaç müstesna «zirve», şiirlerinin hem muhtevası, hem de dili sayesinde, bir zümrenin değil, milletin şairi olmuşlardır. Muhakkak ki, asırlarardan beri hem köy odalarında, hem de konaklarda ve aydın meclislerinde ayni istekle okunup- ayni lezzetle dinlenen bu ikisidir.
81
112