THE BIRTH OF AN AESTHETIC DISCOURSE IN OTTOMAN ARCHITECTURE
Journal Name:
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi
Keywords (Original Language):
Author Name |
---|
Abstract (2. Language):
The sixteenth century was a time of impressive architectural careers both in the
Ottoman Empire and in the Western world. In the West, the Renaissance
culminated in the works of masters like Michelangelo and Palladio. In the
Ottoman Empire, Sinan, the most widely known Ottoman architect, built the
royal monuments of a prosperous age.
It is obviously misleading to talk about the Renaissance as a homogenous entity
since there were significant differences in the ways various cultures experienced
the new artistic spirit. Italy set the standards. Beyond that, each culture offered
a distinct articulation of Italian ideas with its own historical heritage. So far as
the definition of the profession of architecture was concerned, however, Western
Europe had reached a relative unity by the end of the century. The architect was
established as an artist who conceptualized his field in terms of the Vitruvian
trinity, firmitas (firmness), utilitas (commodity), and venustas (delight)2. The
patrons of architecture varied. In Italy they were wealthy merchant families
and the papacy; in England, the court and the gentry; in France and Germany,
the state. In all cases, these patrons recognized architecture as an art form and
were ready to acknowledge the capabilities of the architect as a relatively
autonomous artist.
In the Ottoman Empire, on the other hand, the architect was first and foremost
a servant to the state. His functions ranged from surveying and administering
the construction site to regulating building practice in urban centers. Visually,
the firmness and grandeur of the built product was of primary importance for
the courtly patrons of architecture. There was no distinction between the terms
of art and craft in Ottoman terminology (Cezar, 1971, 431).Abstract aesthetic
codes, which formed the basis of Western architectural thought since the
Renaissance, were absent from the vocabulary of Ottoman architects3.
Within this context, the professional histories of the Ottoman and Western
architects followed two distinct trajectories until the end of the eighteenth
century. Until then, the Ottoman architect had no reason to accommodate the
spirit of the Renaissance since a self-confident political patronage claimed
superiority over the Western world in all respects. Throughout the nineteenth
century, however, the Ottoman architect witnessed radical changes in the very
definition of his profession. This was the period when Westernization was adopted
as an administrative, economic and cultural policy by the ruling elite in the
116 (METU JFA 1988) GÜLSÜM NALBANTOĞLU
Empire . The field of architecture could obviously not remain untouched. Within
a century, the major streets of Istanbul were lined up with the architectural
orders of the West. Detailed stylistic analyses of nineteenth century buildings
have been made by Turkish architectural historians (Çelik, 1986,126-155; Batur,
1985; Tuğlacı, 1981). Our concern here is less with style than with the
conceptualization of architectural forms by a new generation of professionals.
During the last decades of the nineteenth century, members of Ottoman artistic
circles engaged in a conscious attempt to codify the aesthetics of Ottoman
architecture along Western lines. This gave rise to the education of a new type
of architect who identified himself first and foremost as an artist, internalizing
an aesthetic discourse which his Western colleagues had long adopted as the
basis of their profession.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Batılı dünyasında mimarın mesleki kimliğinin boyutları Rönesans döneminde belirlendi. Vitruvius'un firmitas, utilitas, uenustas üçlüsünden hareketle, estetik alanda yetkinin iddiası meslek ideolojisinin önemli bir boyutunu oluşturdu.
Onbeşinci yüzyıldan ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar oluşan mimarlık
yazınının hemen tümünde en az bir bölüm Dorik, İyonik, Korintiyen düzenlerin
ve diğer mimari öğelerin geometrik orantılarının çözümlenmesine ayrıldı. Batılı
mimarın sanatçı kimliği, akademilerin çoğaldığı, sanatsever işverenlerin eksik
olmadığı bir dünyada göreli bir özerklik, hatta otorite kazandı.
Osmanlı mimarının kimliği ise, onaltıncı yüzyıldan ondokuzuncu yüzyılın
başlarına kadar devlet bürokrasisi içinde, Hassa Mimarları Ocağı'nın merkezi
yapısında belirlendi. Gerek mimarlar, gerekse padişah ve devlet kademelerinin ileri
gelenlerinden oluşan işverenler açısından, tasarlanan yapının sağlamlığı ve
anıtsallığı öncelik taşıdı. Osmanlı mimarlık bilgisinde ondokuzuncu yüzyılın
sonuna kadar estetik alanın özerkliği söz konusu olmadı. Mimarlık söylemi
malzeme, boyut, teknik ve sağlamlık kavramları çerçevesinde kuruldu.
Bu gelenek, Osmanlı-Batı ilişkilerindeki denge değişiminin Batı dünyası lehine
dönüştüğü yüzyıllarda bozulmaya başladı. Onsekizinci yüzyıldan sonra mimarlık
ürünlerinde görülen biçimsel değişimler mimarlık tarihçilerimizce incelenip
araştırılıyor. Bunların yanısıra bir de mimarlık mesleğinin, mimarın tanımının
ve mesleğin hizmet alanının değişimleri sözkonusu. Estetik boyutun mimarlık
söylemine girmesi de bu döneme rastlıyor. 1873873 Viyana sergisi için Maarif Nazırı
ibrahim Edhem Paşa'nın hazırlattığı Usul-ü Mimari-i Osmani adlı yapıt bu açıdan
Özellikle önemli. îlk kez Osmanlı mimarlığı tarihini konu eden kitap, klasik dönem
anıtsal yapılarındaki biçimsel öğeleri de inceleme konusu yapıyor. Hatta Osmanlı
sütun başlıklarını sınıflayarak Batı 'nın mimarlık kuramına benzer bir temel
oluşturmaya çalışıyor.
1883 yılında kurulan) Sanayi-i Nefise Mektebi'nde kurumlaşacak olan bu yeni
yaklaşım birkaç açıdan önemli: bir tarih bilincinin oluşması, mimarlıkta ulusalcı
bir bilincin ortaya çıkması, Osmanlı mimarlığının biçimsel çözümlemesi yoluyla
ona Batı kültürü içinde bir yer açma çabası bunların başlıcalan. Mesleğin tarihinde
bu temaları günümüze kadar izlemek mümkün. Ondokuzuncu yüzyılın sonundaki
gelişmeler, özerk bir estetik alanın mimarın kimliğinde belirleyici olduğu yeni
bir dönemin başlangıcını oluşturması açısından özgün bir önem taşıyor.
FULL TEXT (PDF):
- 2
115-122