Journal Name:
- Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Author Name | University of Author |
---|---|
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Bir mektep için intihap edilecek edebî eserler o
mektep talebesinin alâkasını celp etmeli, çünkü
alâka olmadan zevk alınmaz. Zevk alınmadan da
faydalı bir netice istihsal edilemez. -Amerika
terbiyecilerinin raporundan -“Edebiyat tedrisinin
gâyesi her şeyden evvel çocuğa yanlışsız
yazımını ve okunuşunu öğretmektir.” Gustave
LANSON
Amerika’da, birkaç sene önce “tâlî
mekteplerin gâye ve prensipleri” tâlî mektepte
tedris edilen derslerden her birinin gâyeleri ve
usul-i tedrisleri meselelerini çözmek üzere
Amerika’nın en yüksek terbiyecileriyle
mütehassıslarından mürekkep komisyonlar teşkil
edilmiştir ki lisan komisyonun raporunda
münderic “edebiyat derslerinin gâyesi” ve “edebî
eserlerin intihâbına hâkim olacak esaslar” kısmı
terbiye meselelerinde memleketimizin yektâ ve
güzide bir üstadı tarafından İngilizceden tercüme
edilmiş ve lutfen bana gönderilmiştir. Fransız
müverrih ve terbiyecisi muallim Gustave
LANSON’ın da geçen makalemde bahs
ettiklerimden başka “edebî asırların mütekâbil
hissesi” ünvanıyla ayrı bir konferansı vardır. Her
iki ayrı milletin başka başka mütehassısları aynı
mesele ve mevzuda hemen hemen aynı
mülahazaları der-miyan etmektedirler ki
alâkadarlar için dikkate şâyândır. İşte bu
makalemde o iki mühim menbaı esas ittihaz
ederek kârilerimle “orta tedrisatımız için hangi
eserleri intihâp edeceğimiz”i konuşmak
istiyorum.
Bizim edebiyatımızın birkaç esaslı kolu
var:
1. [Aralarındaki farkları bilmeyenler
bunları] aynı şey olarak telakki ediyor.
Halbuki eldeki vesikalar bu yolda bir
hüküm verebilmeye müsait değildir.
2. Refik Bey’in neşrettiği yeni divan
vesikaları ait oldukları devir için
“devşirme” usulünün mahiyetini tenvir
edebilecek vesikalardır. Lakin muhtelif
şark ve garb menba‘larından aldığı diğer
malumâtı “tarihi tenkit ve inşa” usulüne
tebean tahlil ve terkip etmeyerek
tasnifsiz bir surette sıraladığı için
makalelerinden “devşirme” usulünün
menşe’ ve tekâmülü hakkında hiçbir
netice çıkmamakta ve hele bu usulün I.
Murad devrinde teessüsü hakkında o
devre ait hiçbir menba‘
gösterilememekte ve Bartholomeos’nun
iddiası asla ret edilememektedir.
Köprülüzâde Mehmed Fuâd
İstanbul Dâru’l-fünûnunda “Türk
Edebiyatı Tarihi” müderrisi
1. Şark medeniyeti içinde yaşadığımız
zaman münevver zümrenin yani
medrese tahsili gören adamların
Acemleri taklîden meydana koydukları
Dîvân Edebiyatı
2. Bu edebiyattan zevk alamayan, hatta
haberdar olamayan halkın zevkine göre
tezahür eden “saz şiiri” veyahut “Âşık
Edebiyatı”
3. Tasavvuf felsefesinin Türk
memleketlerine nüfuzu üzerine bu
felsefenin meydana koyduğu “Tekke “
müessesesinin zevkini ifade eden
“Avâmî Tasavvuf Edebiyatı” ki halk ve
dîvân edebiyatları bu üçüncü kola
muhtelif noktalardan nüfuz etmiştir.
4. Siyasi tanzimattan sonra Türk milleti
yavaş yavaş garplılaşınca bu temâyülün
zevkini göstermek üzere zuhur eden
“Avrupaî Edebiyat”
Bu dört esasî kolun her birisinden intihâp
edilecek parçalar bulabiliriz. Fakat intihâpta bize
rehber hangi esas olacaktır.
Amerikalı mütehassıslar bizim
liselerimize tekâbül eden sınıflar için “istihsal
Sakarya University Journal of Education 2
edilecek gâyeler” olmak üzere şunları
gösteriyorlar:
1. Edebiyat dersleri talebenin
muhayyilevî, heyecânî hayatını
genişletmeli, derinleştirmeli,
zenginleştirmelidir.
2. Edebiyatın tedkiki talebede büyük
şahsiyetlere (ister muharrir, ister edebî
eserlerin kahramanları olsun)karşı bir
takdir ve hayret uyandırmalı.
3. Edebiyat dersleri mütâla‘a zevkini
azamî bir derecede inkişaf ettirmeli.
4. Talebede mütâla‘a zevkinin itiyât haline
gelmesi için edebiyat dersleri
edeple[edebî] mevzuları hâvî olmalıdır
ki talebenin zihninde geniş ve alâkabahş
maddeler canlansın, rûhiyâtta
kendi inkişâfları, kendi zevkleri için
fikrî, manevî gıdalar bulmak kabiliyeti
ve arzusu onlarda tenemmî etsin.
5. Edebiyatın saydığımız gayelerini
tahakkuk ettirmek için edebiyat
muallimi talebesinin fikrî melekelerini
mes‘ûr bir tarzda inkişâf ettirmeye
çalışmalıdır. Talebe daha derin
duymakla ve daha canlı tahayyül
etmekle kalmamalı, daha doğru, daha
sağlam bir tarzda düşünmeye ve
edebiyatı yalnız doğru tefsir etmeye
değil, aynı zamanda sâlim ve makul bir
tarzda hayatımıza tatbik etmeye de sevk
olunmalıdır.
Gustave LANSON da hemen hemen aynı gayeyi
üç esasî noktaya ircâ‘ ediyor:
1. Çoçuğa yanlışsız yazmayı ve konuşmayı
öğretmek.
2. Zevkin inkişâfına hâdim olmak.
3. Çoçuğun zihnî teşekkülünü temîn etmek.
Bizim edebiyatımızın dört esasî kolundan
önce Dîvân Edebiyatı’nı ele alalım: Bunda
evvelan heyecan kıt, sâniyen fikir gayri asrîdir.
İçinde Fuzûlî gibi, Nedîm gibi hakikaten şâir
adamlar yetişmiş olmakla beraber bir “edebî
mektep” olmak haysiyetiyle “lirik” değildir.
Zihne, zihnî unsurlara istinâd eder. Elem ve
heyecanla en fazla alâkadar olan Fuzûlî gazelleri
bile hars u malumâta müteallık maddelerle sıkı
sıkıya merbut ve muhâttır. Bu manzumelerde
öyle parçalara tesadüf edilir ki mesela filan âyeti
veya filan hadisi bilmedikçe manasının sathında
kalınır, vereceği zevk tam olarak alınamaz.
Nedîm’de ise zeka [kurnazlığı] pâyânsızdır.
Orijinal bir muhayyile ile şaklaban bir
hünerverlik imtizac etmiş, Nedîm’i meydana
getirmiştir. Nedîm, ka‘bine erilemez, hayret-bahş
bir sanatkardır. Fakat hassasiyet itibarıyla derin
olmayan bir şâirdir. Hülasa demek istiyoruz ki
Dîvân Edebiyatı, hey’et-i umumesiyle bir hüner
edebiyatı, bir zihin edebiyatıdır. Felsefesine
gelince; bütün İslâmî edebiyatlarda müşterek
olan “vahdet-i vücût”tan ibârettir. Fakat bu
felsefe de şu hüner ve şu zihin edebiyatında pek
sathî bir fantezi halini asla aşmamıştır. Aşmadığı
için “telkîn” kudreti azdır. Aşmış olsaydı -Türk
milletinin bugün içine girdiği ve girmek
mecburiyetinde bulunduğu yeni Avrupaî hayat
itibarıyle- yapacağı telkîn müfîd de olamazdı.
Çünkü “vahdet-i vücut” nazariyesi dar medrese
zihniyetine karşı eski zamanlarda pek faydalı bir
geniş düşünme hâsıl etmiş ise de maddî hayatı ve
dünyayı hiçe saydığı, “rıza ve teslim” onun esâsî
umdesi olduğu için bugünkü dünyevî kıymetler
üstüne müstenid ve mücâdil yeni terbiyeye
yabancı kalırdı. Biraz evvel de işaret ettiğimiz
üzere yine bu edebiyat, tahsil görmüş bir
zümrenin malıdır. Sahipleri halka hitap etmeyi
düşünmemiş, ekseriya ictimâî hayat ile alâkadar
olmaksızın mücerret bir edebiyat vücuda
getirmiştir ki Gustave LANSON’ın 17. asır
edebiyatında noksan bulduğu ictimâî duygular
itibârıyle bizim bu zümrevî edebiyatımız daha
züğürttür. Bugünkü Türk çocuğunun ruhunda bu
noktadan da boşluk bırakmaya mahkumdur.
Aynı edebiyat şekil ve ifade itibarıyle gayet
dardır. Her şâir kaside, gazel, mesnevi, rubai…
yazmaya ve bu kasideleri, gazelleri, mesnevileri,
rubaileri… muayyen mefhum ve mazmunlarla
ifade etmeye mecburdur. Bugünkü Türk çocuğu
beş altı mahir dîvân şâirinin ifadesinde mesela
cidden zengin ve rengîn teşbihler bulur. Fakat
asırlarca süren bu edebiyatta aşağı yukarı hep bu
teşbihlerin ufak farklarla tekrar ettiğini görmek
mahkumiyetindedir. O halde bu edebî mektep
bugünkü çocuğun mütâla‘a zevkini istenildiği
kadar inkişâf ettiremeyeceği gibi, ne daha derin
düşünmeye ne de salim ve makul bir tarzda
hayatına tatbik etmeye yarayacak kuvvetli
unsurlar da veremeyecektir. Unutmayalım ki
tamamen “İskolastik” yani medresevî olan lisanı
ise çocuğa yanlışsız yazımını ve konuşmasını
öğretmekten tamamen uzaktır.
Sakarya University Journal of Education 3
Türk milletine mensup bir zümrenin iştigalini ve
zevkini öğretmek ve kısmen biraz muhayyilesini
oynatmak, bediî hazzını okşamak itibariyle
“Dîvân Edebiyatı”na orta tedrisatımızda çok
dikkat ve itina ile tayin edilmiş mahdud bir
mevki elbette vereceğiz.
“Saz şiiri” veya “Âşık Edebiyatı”
dediğimiz kola gelince: Asıl Türk halkının
zevkini ifade eden bu edebiyat Divân
Edebiyatı’ndan daha az mâhirâne fakat daha
geniş, daha lirik ve bir kısım ictimâî duygularla
mâl-â-mâldır. Âşıklar içinde biraz fazla
okuyanlar da yetişmiş ve bunlar bazen Dîvân
Edebiyatı’ndan müteessir olmuş, kendi samimi
şiirlerine o edebiyattan aktarma mazmunlar
katmışlardır. Fakat hey’et-i umumiyesi itibariyle
Âşık Edebiyatı tahassüs noktasından bize pek
yakındır. Koşmalar, destanlar, türküler içinde
talebenin muhayyilevî ve heyecanî hayatını
genişletecek, derinleştirecek, zenginleştirecek
çok parçalar bulabiliriz.
Ancak esas itibariyle ümmî adamlar tarafından
meydana getirilmiş olması, lirik kıymetinden ve
bazen zarif zeka inceliklerini ifadeden daha fazla
şeyler vermesini mucib olmaktadır.
“Avâmî Tasavvuf Edebiyatı”na ait parçalar
içinde pek coşkun ve pek dokunaklı olanları
vardır. Yunus Emre başlı başına bir âlimdir. Onu
model ittihaz ederek meydana gelen Bektâşî
nefesleri içinde de nüktelileri mebzuldur.
Bu edebiyatın felsefesi Dîvân Edebiyatı’nda da
görülen “vahdet-i vücut”tur, bir farkı varsa
bunda çok kuvvetli ve derin olmasıdır.
Avâmî Tasavvuf Edebiyatı’na bütün kuvvet ve
kıymet bu felsefeden geldiği, esas itibariyle bu
edebiyat geniş düşünüşü telkin ettiği halde orta
tedrisatımızda bu felsefenin ve -mâhiyeti
itibariyle- bu geniş düşünmenin daha evvel
temas ve işaret ettiğimiz sebeplerden dolayı fikrî
ve asrî kıymeti çok olamayacaktır.
Türk çocuğu kendi bediî ihtiyaçlarını en ziyade
dördüncü kolda siyasi Tanzimat’ı müteakip
zuhur eden “Avrupaî Edebiyat” içinde
arayacaktır. Çünkü ancak bu edebiyat ile beraber
nesir -hey’et-i umumiyesi- itibariyle okunur bir
hale girmiştir. Vâkaa Dîvân Edebiyatı’nda tarih
ve bazı halk muharrirlerinin yazıları istisna
edilecek olursa geriye kalan nesir bir yığın
kelime ve seciden ibarettir. Yeni Avrupâî
Edebiyatımız -geçen makalede arz ve izah
ettiğim üzere- asrın edebiyatlarına nazaran her
noktadan vâkaa zayıftır fakat mademki “yazmak
okumaya vâbestedir” Türk çocuğu yazmak
melekesini inkişâf ettirmek için bu yeni
edebiyatın nesrinden çok istifade edecektir. Hele
son on onbeş senelik yazılar -vâkaa Yakup
Kadri, Ömer Seyfettin, Fazıl Ahmet, Reşat Nuri,
Falih Rıfkı gibi sayılı birkaç gence münhasırdırona
pek yakın ve fevkalâde fâide-bahştır. Çünkü
ancak on onbeş seneden beridir ki Türk
Edebiyatı lisan itibariyle tamamen asrîleşmiş,
yani konuşulan güzel Türkçeyi -bütün dünyada
olduğu gibi- kendisine beyan vasıtası yapmıştır.
Bugünkü Türk muharririne halkın dili bir
idealdir, ona ne kadar yaklaşırsa kendisini o
kadar muvaffak sayıyor. Bu noktanın haricinde
kalan unsurlar -yani çocuğun muhayyilevî,
heyecanî hayatını derinleştirmek, ictimâî ve
vatanî duygu ve fikirlerle onun zekasını tenmiye
etmek- itibariyle yeni Avrupaî Edebiyat’ın başta
Namık Kemal olmak üzere Hâmit, Recâizâde
Ekrem, Sezâî, Ahmet Râsim, Hüseyin Rahmî,
Hâlit Ziyâ, Tevfik Fikret, Cenâp ve daha
yenilerin eserleri elbette müracaat edilecek
vasıtalardır.
Güneş Mecmuası’nın 12. sayısında “mevzunun
rolü” ünvanıyla ufak makalemde de temas
ettiğim gibi “…..edebiyatta, şiirde, başka şeyler
bulmak iştiyakı bize Dîvân Edebiyatı’nın
karşısında illallâh dediriyor. O an içinde mesela
Rübâb-i Şikeste’yi açınca geniş bir ufuk
karşısında kaldığımızı görüyoruz. Oh diye nefes
alıyoruz: İşte bir Balıkçılar, işte bir Hasan’ın
Gazası, işte bir Ramazan Sadakası, işte bir
Zerrişte… Avrupalaşmış olmanın edebiyattaki
feyz ve kudretine bakınız ki bir Tevfik Fikret,
kendisinden şâirlik itibariyle pek çok yüksek
simâlar da yetiştirmiş olan Acem taklidi
edebiyata bir tek Rübâb-i Şikestesiyle bu
noktadan galebe çalıyor. Artık yine aynı nokta-i
nazardan yeni edebiyatın bugünkü çocuğa
vereceği yeni unsurlar tasavvur edilebilir. Fakat
geçen makalemde de dediğim gibi Kemâl’in,
Hâmit’in, Fikret’in… yazıları asrın
edebiyatlarına nazaran her noktadan zayıftır.
Amerikalı mütehassıslar, kaleme aldıkları
raporda bilhassa: Edebiyat dersleri, muhtelif
tipte edebî eserleri muhtevî olmalıdır. Terbiye,
talebe zevkinin tenevvüünü temin etmeli ve
talebede edebiyatın ihata ve şümulu hakkında bir
fikir husûle getirmelidir. Edebiyat dersleri öyle
bir tenevvü‘ göstermeli ki her talebe kendisi için
azamî zevki temin edecek tipte eserlerle temas
edebilsin. Bu suretle mesela lirik şiirler hakkında
pek az incizâb duyan bir gencin temâşâ ve
Sakarya University Journal of Education 4
hikâye gibi eserlerle düşüncesi ve faâliyeti
inkişâf ettirilmiş ve bu iki nev‘ eserlere karşı
alâkasını temine imkan bulunmuş olur diyorlar.
İşte şu büyük vazifeyi ifâ edecek kudrette
eserleri Avrupaî Edebiyatımızda da mebzûlen
bulamamaktayız. Mesela Türk çocuğuna hayatın
pitoreskini, insanın psikolojisini gösterecek
dramatik eserlerimiz yok denecek derecelerde
ehemmiyetsizdir. Diğer nev‘ler de zengin
değildir. Bu mühim noksanı talebemize Frenk
edebiyatlarından numuneler göstermekle telakki
mecburiyetindeyiz. Maârif vekâleti daha
şimdiden bunu temin için hazırlanmıştır. Cihan
edebiyatlarından -trajediye, drama, komediye,
romana, tarihe, pastoral nev‘e tenkite…. dâirnumuneleri
havi broşürler neşrini temin
etmektedir. Bu broşürleri hazırlayacak zatlar
arasında Hüseyin Cahit, Mehmet Ali Tevfik,
Reşat Nuri, Celal Sahir, Ercüment Ekrem,
Siracettin, Hıfzı Tevfik beyler gibi tanınmış edip
ve muallimler de vardır. Lise talebesi bu yeni
sene başında kendisini yarın için ve bugünkü
medeni ihtiyaçlara göre hazırlayacak eserden
iyice bulabilecektir.
Hulasa; Türk çocuğu, kendi milletine mensup
muhtelif zümrelerin meydana koydukları edebî
tezahürden gafil kalmamalıdır. Dîvân
Edebiyatı’ndan, Halk Edebiyatı’ndan, Tekke
Edebiyatı’ndan, yeni Avrupaî Edebiyat’tan ona
numuneler göstermek vazifemizdir. Ancak yine
Amerikalı mütehassısların dedikleri gibi
meydana konulacak kıraât kitaplarında ve ale’lumum
talebeye ait eserlerde her şeyden evvel
dikkat edeceğimiz nokta şudur: Bunlar telkinbahş
düşünceleri, sâlim ahlâkî mefkûreleri,
normal ve kuvvetli karakterleri, asil hareketleri,
saf hayatı muhtevî bulunmalı. Bundan her
kitabın mutlaka bir ahlâk nâşiri olması manası
çıkarılmamalı, yalnız her kitabın hey’et-i
mecmuasına hâkim olan ahlâkî tonun sâlim
olması ve bütün hayatı müddetince takip edeceği
hatt-i hareketi tespit çağında bulunan talebe
üzerinde feyizli bir tesir bırakması lüzumu
anlaşılmalıdır.
Velhasıl Avrupalılar edebiyat tedrisatına pek çok
ehemmiyet veriyorlar. Bizim için de bu
ehemmiyete dikkat etmek ve ona göre çalışmak
lüzumu artık kendini göstermiştir.
- 3
1-9