MODIFICATIONS IN DEVELOPMENT MANS AND JUDICIARY CONTROL
Journal Name:
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi
Keywords (Original Language):
Author Name |
---|
Abstract (2. Language):
Since 1985, judiciary control is the only form of review of the changes, partial or total,
development plan modifications and the issues that give rise to court interventions
do not however, ensure technically more competent planning, nor greater equity.
Turkey is a unitary state with a written constitution and possesses a parliamentary
regime. The Turkish system of administrative law, which guarantees the liberty of the
individual against the state is largely an adaptation of the French system. It povides
clear rules of procedure and decision-making through local administrative courts and
the Council of State (Danıştay). The Council of State is the high court which performs
a judicial role besides an appellate and supervisory role over local administrative courts.
Development plans as well as plan modifications are regulatory administrative
acts which are binding for all parties involved. Any aggrieved citizen may take
his/her complaint against any administrative decision first to the local administrative
courts, then may bring the case to the Council of State for appeal.
The Turkish system of urban planning remains in between the static concept of
planning as presented in the rational comprehensive model and the flexible and
in some cases no strict planning approach of the recent lines of thought in relation to the modifications. Plan modifications can be considered as the most
frequently applied means of flexibility in development plans. The magnitude of
plan modifications have particularly increased with the 1985 Town Development
Code, which gives almost uncontrolled discretion to the local governments in the
preparation, ratification and implementation of development plans. The rules
and procedures local governments have to follow in plan modifications are very
strictly prescribed in the related laws and regulations. Mostly however, it is only
the rules related to formal procedures and timetable that are followed. It is often
the decisions of the municipal councils which inhere interpretative content, on
the other hand, that give rise to court cases. It is the right of the councils to decide
on the modification of the certain sections of the development plans. Following
the approval of the municipal council, modified plans must be made public for
a month open to objections. The central government has no power on objections
and procedures of this nature. Citizens should apply to the related local government
in two weeks for changes in the approved plan. If the claim is found
unsubsantiated and rejected, then the claimer has the right to appeal to the local
administrative courts in 60 days, beginning with the approval of the plan by the
municipal council.
Plan modifications by necessity are to be prepared by classes of experts, namely
architects and urban planners, each to act according to the size of task and their
category of professional qualifications. Local governments with their own
qualified personnel may initiate changes in plans, by themselves. A detailed
report must accompany the plan implying the reasons for the inevitability of
modification in the plan. These reports, in most cases, are superficial or not
prepared at all. The insufficiency or lack of reports thus often becomes the reason
for annulment by the administrative courts.
All administrative acts require that they be in line with 'public benefit'. Hence,
plans are permitted to be modified only if their aim is to the benefit of public,
rather than to an individual. However, the concept is elusive. Adversely affected
individuals by a modified plan, apply to the courts for an interpretation to be
made by the judiciary. Lower and higher court decisions referring to public
benefit, revealing the ways it is interpreted by the judiciary is therefore a key issue
in plan making.
The 1982 Constitution provided the arrangement of special administrative
bodies in metropolitan areas. A law passed in 1984 introduced a two-tiered
system of administration in the metropolitan areas. While the power of drawing
up master plans resides in the metropoliten council, local plans are prepared and
implemented (in line with the master plan) by the district municipalities. The
administrative courts' decisions helped to clarify ambiguities about the ratification
of plan modifications in metropolitan areas.
In by-laws, the subjects of plan modifications are listed under four groups: modifications
related to social and technical infrastructure, modifications which effect the
population density, changes made in transportation routes and sizes, and the
land-use changes. Although the legal requirements to initiate such modifications
differ in each group, it is indispensable for municipalities to document the
reasons for and the prospective achievement of the proposed changes in detail.
Judicial control through administrative law in plan modifications has advantages
of being accessible to all, relatively cheap to use and flexible. But it has its
drawbacks. Firstly, it is an aposteriori means of control. Secondly, it is slow since
it takes two or more years to obtain judgement in the average. Thirdly, it requires
a significant amount of expertise.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Planlama, hangi alanda, ya da hangi kapsamda olursa olsun, bir düzenleme/
düzeltme işlemidir. Diğer bir deyişle, varolan yapı ya da ilişkilere belirli amaç(lar)
doğrultusunda müdahale etmeyi ön koşar. Kent planlaması da bu genel
çerçevede değerlendirilmelidir. Ancak, planlama ekibinin plan hazırlarken, tek
disiplinli planlama (iktisadi planlama, sosyal planlama vb.) anlayışından farklı
olarak, kapsamlı/ çok yönlü bir yaklaşımla, kentteki tüm ilişki ve yapıların
benzeşimini içeren bir model oluşturduğu ve dahası bunların görünebilir
gelecekte ne yönde evrileceğini, ya da (kentsel politik güçlerin ve karar
çevrelerinin istemleri de gözönüne alınarak) evrilmesinin istenildiğine göre,
kent mekanına müdahale edeceği varsayılmaktadır. İmar planlarının böylesi
kapsamlı bir projenin somut ürünleri olduğu düşünülmektedir. Dolayısı ile, artık
hemen tümüyle terkedilen dar pozitivist bir bakışla, böyle bir anlayışla
hazırlanan planların onaylandıktan sonra, öngörülen (ya da önceden belirlenen)
süre içinde hiç bir değişikliğe izin verilmeden aynen korunması önerenler,
yukarıda özetlenen rasyonel/kapsamlı plan yapım sürecinin gerçekleşebilir bir
model olduğu varsayımından yola çıkmaktadırlar.
Ancak, yukarıdaki modelin önünde çok ciddi engeller olduğu bilinmektedir.
Öncelikle, kentler gibi açık sistemlerde, varolan yapının iç ilişkileri ile dış
dinamiklerin bu ilişkiler üzerinde yapacağı karşılıklı etkileşimin niteliği ve
boyutlarını, hazırlanacak planlara temel olacak biçimde, gerekirci (determinist)
ilişkiler biçimde benzeştirerek model kurmanın hiç de kolay olmadığı açıktır.Plancılardan bunun da ötesine geçerek, kurduklar modeldeki yapı ve ilişkilerin
gelecek 10-15 yılda nasıl evrileceğine ilişkin öngörülerde bulunmalarını beklemek,
olanaksızın daha da zorlanması demek olacaktır. Bütün bunlara ek
olarak, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik veriler ve çözümlemeler sonucunda
önerilen yeni mekansal yapılarn bu değişkenleri ne yönde ve nasıl karşı
etkilediğinin de planlama süreci içinde düşünülmesi gerekmektedir. Akçura'nn
sözleriyle özetlersek:
İmar planları 15-20 yıllık bir devre için hazırlanmaktadır. Bu süre boyunca,
planla uygulama arasındaki çatışma doğal olarak artmakta,
güçlenmektedir. Planın hazırlanmasında öngörülen bir çok gelişme
gerçekleşmemekte veya beklenenin dışında bir biçimde gerçekleşmekte,
buna karşılık öngörülmemiş bazı etmenler etkili olmaktadır. Özellikle
Türkiye gibi gelişme süreci hem ekonomik, hem sosyo-kültürel dalgalanmalar
gösteren bir ülkede, belirli bir kentin bir iki on yıl sonraki nüfusu
ve ekonomik yapısı ne olacaktır, sosyal ve kültürel yeğlemeleri nasıl
gelişecektir türü sorulara geçerli yanıtlar vermenin güçlüğü açıktır
(Akçura, 1981,128-129).
Diğer bir deyişle, zaman, 'imar planıyla uygulama arasındaki çatışkı'yı artırmaktadır.
Ancak, sorun bununla da kalmamakta yazılı hukuk normları da benzer bir çatışkı
unsuru olarak sahneye çıkmaktadır. Hukuk normlarının yoruma açık, esnek bir
anlayışla hazırlanması, uygulayan yargıca göre farklı kararlar üretilmesine neden
olacağı ve hukuksal birliği zedeleyeceği için savunulmazken, planların hazırlanması
ve uygulanmasına yönelikvarolan kodifikasyonun günün koşulları ve anlayışlardaki
değişikliklere göre aynı hızda değişmesi de sağlanamadığından, sorun daha da
b üyüyebilmektedir.
Ancak, bütün bu anlatılanlardan plan yapmanın olanaksız ya da anlamsız olduğu
sonucuna da varılmamalıdır. Bu uyarılar, rasyonel/kapsamlı plan anlayışının
sınırlarının kavranması ve statik, donuk, durağan, plan anlayışının neden
olabileceği çatışkıların boyutlarının anlaşılması için yapılmıştır (1). Bu türden
'bükülmez plan anlayışı, esnek ve devingen bir planlamayı güçleştirmektedir'
(Geray, 1972, 586). Rasyonel/kapsamlı planlama anlayışının bir başka katı
yorumu da bu süreç içinde plancının konumu ile ilgilidir. Buna göre plancılar,
'kamu yararı'nı temel alarak, toplumun tüm sınıf, kesim ve katmanlarının
çkarlarını bu ilke etrafında uzlaştıran, arazi-kullanım kararlarını bu çerçevede
en optimal biçimde belirlemek için gerekli teknik bilgi ile donatılmış teknik
elemanlar olarak tanımlanmaktadır. İmar planları da, bu teknik bilgi ile
hazırlanmış teknik belgeler olarak görülmekte, uygulamanın beraberinde
getireceği politik ve toplumsal etkileşimler değerlendirmelerde fazla da göz
önüne alınmamaktadır.
Bu anlayışın karşısında rasyonel, kapsamlı plan anlayışının geçerliliğini tümüyle
yitirdiğini ileri süren görüşler yer almaktadır (Friedman, 1987). Post-modern
bakış açısı, rasyonel/kapsamlı kent planlama yaklaşımının modernist politikanın
etkili araçlarndan birisi olarak tanımlamaktadırlar. Bu yazarlar kent planlamann,
farklı toplumsal bağlamlarda, farklı sınıf, kesim ve grupların elinde
toplumun diğer kesim ve gruplarını denetleme ve baskı altnda tutmanın bir aracı
olarak kullanıldığını ileri sürmektedirler. Baskı altına alınan toplum kesimleri
kimi yazarlara göre, kadınlar, kimine göre, kent yoksulları, kimine göre azınlıklar
v.b olmaktadr (Hooper, 1992; Hillier, 1993; Watson ve Gibson, 1995). Burada
önemli olan, modern planlama anlayışının, planlama ile kentlerin daha düzenli
hale getirileceği, daha işlevsel olacağı, daha yaşanabilir ve sağlıklı çevreler
yaratılacağı yönündeki temel hedeflerinin sorgulanmaya başlanmasıdır. Bu
çerçevede, planlamanın salt teknik bir meslek olmaktan çok politik bir işlev
yüklendiği vurgulanarak, plancılar, toplumun belirli sınıf, kesim ve
katmanlarının çıkarlarını, tanımı ve içeriği belirsiz bir kavram olan 'kamu yararı'adına kollamakla suçlanmaktadırlar. Post-modern öneriler, planlamanın
etkinliğini tümüyle en alt düzeye indirmek ile plandan etkilenecek tüm kesimlerin
hiç bir hiyerarşik ilişkiye bağlı olmaksızın planlama sürecine etkin bireyler
olarak katılmasını öneren ve planın tüm kesimlerin çıkarlarını uzlaştıracak
belgeler olması gerektiği görüşleri arasında değişik sapmalar sergilemektedir.
Ülkemizdeki uygulama, yukarıda açıklanan iki uç tutum arasındadır. Diğer bir
deyişle, imar planları statik, durağan ve tartışılmaz, değiştirilmez bir teknik belge
olarak görülmediği gibi, planlamayı tümüyle işlevsiz kılacak ölçüde esnek, farklı
toplum kesimlerinin ya da bireylerin istemleri doğrultusunda kolaylıkla
değiştirilebilecek politik belgeler olarak da değerlendirilmemektedir.
Bu çalışmanın amacı, yukarıda genel çerçevesi verilen kuramsal tartışmaya katkı
yapmaktan çok, yürürlükteki mevzuat kapsamında, plan değişikliklerinde
uyulması zorunlu çerçevenin yargı kararları örnekleriyle daha açık ve belirgin bir
biçimde sunulmasıdır. Bu çerçevenin sınırlarının bilinmesi, kanımca, Türkiye'de
plan uygulamalarında karşılaşılan sorunların tanınması ve giderek bu bağlamda
önerilecek yeni düzenlemelerin tasarlanması için de bir başlangıç olacaktır.
FULL TEXT (PDF):
- 1-2
53-73