You are here

DİYARBAKIR SURLARI VE KENT TARİHÎ

Journal Name:

Publication Year:

Abstract (Original Language): 
Tarihi dokusunu en iyi koruyan kentlerden biri olan Diyarbakır'ın, sur ve yapılarını inceleyen çalışmalar giderek çoğalmış olmakla birlikte, kitabe metinlerinin pek dikkate alınmadığı gözlemlenmektedir. Oysa kentin, bugünkü bilgiler ve kitabe verileri ışığında yeniden incelenmesi ve tarihi süreç içerisinde nasıl biçimlendiğinin ortaya konması gerekmektedir. Kuşkusuz böyle bir çalışma, kente egemen olanların, Diyarbakır'a nasıl biçim verdiklerini açıkça gözler önüne serecektir. Bu makalede, başlangıçtan 16. yüzyıl ortalarına kadar geçen zaman dilimi içerisinde kent dokusunun ve surların nasıl biçimlendiği, derlenerek tekrar okunan kitabeler, kent tarihi ve bina konumları dikkate alınarak saptanmaya çalışılmıştır (1). Merkezde kesişen kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu iki ana yolu, bu yollarla bağlantılı dört ana kapısı (2) ve gizli geçitleri bulunan, zaman içinde yıkılan ya da yeni yapılan binalarla biçimlenerek günümüz dokusuna kavuşan kentin, kuzeydoğu ucunda iç kale yer almaktadır (Çizim 1). Dıştakinin alçak, içtekinin yüksek tutulduğu birbirine paralel çift surla çevrili olan (Nasır-ı Hüsrev, 1985, 12-14) Diyarbakır'ın dıştaki suru, kuzey, batı ve güney yönlerinde genişliği kuzeyden güneye doğru 15 metreden 6 metreye düşerek daralan bir hendekle çevrelenmiştir (Gabriel, 1940, 108). Günümüze ulaşmayan dış surun bir bölümünün kalıntıları, İç Kale'nin kuzeydoğusunda bulunmaktadır (Resim 1). Tarih boyunca sürekli olarak el değiştiren kent surları üzerinde tespit ettiğimiz altmış üç kitabeden altısı, Bizans dönemine aittir. Dördü Yunanca, biri Latincedir. Diğerleri İslam dönemine aittir. Savaşlarla sürekli tahrip olduğu için her seferinde yeniden onarılan ve tahkim edilen sur duvarlarının, gerçekte daha fazla kitabesinin olduğu düşünülebilir. İslam dönemi öncesinin kitabeleri, Dağ Kapı ve Mardin Kapı ile, Mardin Kapı'nın doğusundaki 50. ile 53. burçlar arasında kalan bölümde yer almaktadır. Abbasi dönemi kitabelerinin de bu iki kapıda bulundukları, İslam dönemine ait diğer kitabelerin ise surun hemen her yerine dağıldıkları görülmektedir. Kitabelerin bir kısmı silindikleri için okunamamış, okunabilen kırk üçüne bu makalede yer verilmiştir (Çizim 2). Bizans ve Bizans öncesi dönemlere ait sınırlı sayıdaki kitabe verisinin, surların İslam öncesi durumunu açıklamada yetersiz kalışlarının yarattığı boşluk, kısmen, Roma dönemine ait erken tarihli iki kaynak ile giderilebilmektedir. Bunlardan ilkini, Petersburg Akademisi Kaiserlichen Müzesi'nde bulunan ve 222-235 yılları arasına tarihlenen "Amida" yazılı irilen Sb^zarrlvsınaatınînümtpüarünür oğullarına sikke (Ritter, 1844, 22, 33), diğerini ise, 359 yılında kentte yaşayan belirtmektedir (1993, 52). Ammianus Marcellinus'un anlattıkları oluşturur. Kentin Roma dönemi öncesi hakkında, MÖ 2000'li yıllarda bölgede Hurrilerin yaşadığı (Grousset, 1947, 41), Hurri kentinin surla çevrili olduğu, MÖ 9. yüzyılda Bit Zamani kabilesinin başkenti olduğu dönemde ise eski surun onarıldığı dışında bir bilgi bulunmamaktadır (Beysanoğlu, 1987, 63). Kent tarihine yönelik kapsamlı bilgiler, Roma dönemiyle gün ışığına çıkmaya başlar. Romalı asker Ammianus Marcellinus'un anlatımından, 359 yılı öncesinde "Amida" adıyla anılan bu kentin çok küçük olduğu, Konstantius'un henüz sezarken güçlü duvar ve kulelerle çevrelediği kente kendi adını verdiği ve komşularının sığınabilmesi için kent dışında duvarlarla çevreli Antoninupolis adında bir başka kent daha inşa ettirdiği anlaşılmaktadır (Marcellinus, 1963, 465). Kaynaklarda, Hurri kentinin surla çevrilmesinin ilk kez, 330 yılı civarında (Gabriel, 1940, 177), 338 (Salnâme-i Vilâyet-i Diyarbekir,1302, 18) ya da 349 (Honigmann, 1970, 2) yıllarında gerçekleştiği yolunda üç ayrı bilgi bulunmaktadır. Doğu eyaletlerinin egemenliğini üstlenen Konstantius'un, 359 öncesinde Sezar (3) olduğunun bilinmesi, kentin Konstantius'un babası Büyük Konstantin'in hükümdarlığı (307-337) sırasında, ya da 337 yılından önce surla çevrelendiğini ortaya koyar. Gabriel, Ammianus Marcellinus'un metnine ve sur duvarlarında gerçekleştirdiği kapsamlı araştırmalara dayandırdığı kent restitüsyonunda, surla çevrili olduğu bilinen Hurri kentinin, ilkin 330 yılı civarında büyütüldüğünü, 363 yılından sonra ise, daha büyük bir alanı kaplayacak biçimde yeniden surla çevrelenmek suretiyle kentin, bugünkü sur duvarları içerisine alındığını ileri sürer (Gabriel, 1940, 180-181). Araştırmacıların çoğu, kenti yeniden inşa eder gibi tamir ettiren Valentianus (Salnâme-i Vilâyet-i Diyarbekir,1302, 20) ile birlikte diğer iki hükümdarın adlarının da bulunduğu bir kitabenin Dağ Kapı'da yer almış olmasına (4) ve 363 yılı anlaşmasına dayanarak, Diyarbakır'ın 367-375 yılları arasında ikinci kez büyütüldüğünü ve bugünkü sınırlarına kavuşturulduğunu ileri süren Gabriel restitüsyonuna katılmaktadır (Resim 2, Çizim 3). Bizans İmparatoru Jovianus'un imzaladığı söz konusu anlaşmayla, Diyarbakır kenti Bizanslılarda kalmış, Nusaybin Perslere verilmiş, Bizans İmparatorluğu'nun sınırları büyük ölçüde değişmiştir (Salnâme-i Vilâyet-i Diyarbekir, 1302, 19; Honigmann, 1970, 3). Bu anlaşmanın ardından bir kısım Nusaybinlinin, Diyarbakır'ın yeni kurulan bir semtine (Gibbon, 1987, 331), çoğunluğunun ise Diyarbakır surları dışında etrafı duvarla çevrili "Nisibeos" adlı kente (5) yerleştirilmesi (Honigmann, 1970, 3), Diyarbakır'a göç eden Nusaybinlilerin kentin büyütülmesini gerektirecek sayıda olmadıklarını ortaya koymaktadır (Gabriel, 1940, 179-180). Bu tarihten sonra, Diyarbakır'a yerleştirilen Nusaybinlilerin de katkılarıyla, kentin eski görkemini kazanarak Mezopotamya'nın merkezi olduğu yolunda bilgiler bulunmaktadır (Gibbon, 1987, 331). 359 yılında yapılan savaşta Perslerin 30.000 asker kaybederek Bizanslılardan Diyarbakır'ı aldıkları (Gibbon, 1986-88, 110) ve mevcut askerlerin dışında, kente sığınanlarla yeni gelen birliklerin oluşturduğu 120.000 kişilik oldukça kalabalık bir nüfusun kent surları içinde sıkıştığı bilinmektedir (Marcellinus, 1963, 483). Diyarbakır kentinin ilk biçimini ortaya çıkartmaya yönelik restitüsyon çalışmalarının nüfusla ilişkilendirilmesi, öncelikle nüfus-arazi denkleminin kurulmasını gerektirmektedir.
FULL TEXT (PDF): 
57-84