Journal Name:
- Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Author Name | University of Author | Faculty of Author |
---|---|---|
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Bir yerleşim türü olarak kent, gerek temel alınan yaklaşım ve kuramlar, gerekse farklı tarihsel ve toplumsal tecrübeler ışığında değişebilen tanımları içermektedir. Farklı niteliklere sahip olsa da genel olarak bu tanımlarda kentin, fiziki ve sosyo-kültürel arka planı ile tarihin belli bir gelişim evresine tekabül ettiği düşüncesi baskın görünmektedir.1
Kent tanımlarında öne çıkan bir başka önemli vurgunun da nüfus yoğunluğu vı.. mekansal genişlemenin yanı sıra uzmanlaşma ve işbölümü üzerine temellenmiş, geleneksel bağların gevşediği, ikincil, resmi ve anonim ilişkilerin geliştiği bir sosyo-kültürel muhiti temsil eden kentsel hayat üzerine olduğu söylenebilir.2 Belli düzeyde idealizm de taşıyan bu temalar3, klasik sosyologların genel olarak bu durumu bir köy-kent karşıtlığı temelinde açıklama eğilimlerini ve idealizasyonunu göstermektedir. Tönnies'in kırsal ve kentsel yaşamı niteleyen gemeinschaft ve %esellschaft tiplemesi ile Durkheim'in mekanik ve organik dayanışma ikilemi, Redfıeld'in/o//; toplumu ile kent toplumu ayrımları genel olarak kırsal-geleneksel ile kentsel-modern yapılar arasmdakj gerilim ve farklılaşma üzerine kurgulanmış tipolojilerdir.4 Böylece geleneksel değer, form ve ilişkilerin hakim olduğu homojen kırsal cemaatin karşısına uzmanlaşma, işbölümü, kurumsallaşma ve bürokrasinin yaygınlaştığı heterojen kültürel yapı içinde kentsel toplumun formatları ortaya konmaktadır.
Kırsal hayat karşıtlığı temelinde yapılan bu soyutlamalara ve nitelemelere karşın, içinde yaşadığımız karmaşık bir yapı ya. da kültür olarak kentin, niceliksel ölçütler dışında, niteliksel olarak özgün bir tanımını ortaya koymanın zorluğu a-çıktır. Zira mevcut kentlerin ayrı coğrafyalarda farklı niceliksel ve daha da önemlisi kendilerine özgü tarihsel-kültürel özellikler taşımaları, kent tanımlarını üzerinde uzlaşma sağlanmış sabit bir kuramsal tabana oturtmayı engellemekte ve bu durum, hemen her kentin kendine özgü ölçütler içinde tanımlanmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu doğrultuda şekillenen tanım ve çerçevelerin, toplumsal gerçekliğin bütünlüğünü ifade etmede yetersiz kaldıkları; ekonomik, toplumsal ve kültürel açılardan kırsal ve kentsel özellikleri karşılaştırmaktan öteye geçemedikleri5 söylenebilir.
Esasen kırsal ve kentsel yerleşim birimleri arasındaki ayrımı temel alan bu tipolojilerin günümüzde özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki belirgin sosyolojik farklılıkları ifade etmekte bir zaaf içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu durumu "kent" ve "kır" kavramlarına atfedilen kültürel anlamların toplumsal ve tarihsel bağlamlara göre farklı içerikler kazanmasıyla ilgili görmek mümkündür. Kentin klasik sosyolojik yaklaşımlarda genelde düz-çizgisel evrimci bir mantıkla yenilik, toplumsal değişme ve modernlik kavramlarıyla ilişkilendirilmesi, belki de bu farklı gerçeklik ve bakış açılan için en ilginç örneklerden birisini oluşturur. Öte yandan Batı düşüncesi içerisinde de kentsel ortam kimi yaklaşımlarda, "ilerleme, uygarlık ve aydınlanmanın taşıyıcısı" olarak olumlu, kimi yaklaşımlarda da "toplumsal hastalıklara, ahlaki çöküntüye ve toplumun yıkılmasına yol açan" olumsuz özelliklerle idealize edilmektedir.6 Bütün bunlarla birlikte, içerdiği kurumsal ve yapısal özellikleri ile kentlerin, tarih boyunca insanların zihniyet, değer ve tutumlarını büyük ölçüde belirleyen, kültürel anlamda bir yaşama tarzını ifade eden temel bir olgu oluşu da gözardı edilemez. Öyle ki "kent" ve "uygarlık" (city ve civility, medine ve medeniyet) kavramlarının etimolojik köken ortaklığı, bir anlamda-zihinsel'düzeyde uygarlıkla kent hayatı arasındaki bir yakınlığa işaret etmektedir.7 Kent ve uygarlık bu anlamda, insanın sosyal yapıya ve istikrarlı bir hayat tarzına duyduğu ihtiyacın ifadesi8 olarak şekillenmekte, hayat bulmaktadır.
FULL TEXT (PDF):
- 1