Death in the Bediüzzaman Graveyard: Social/Cultural Aspects
Journal Name:
- Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
Keywords (Original Language):
Author Name | University of Author | Faculty of Author |
---|---|---|
Abstract (2. Language):
The theme of “death” and the burial customs take significant place in the long history of
anthropology because the beliefs and the practices concerning death reflect the cultural
patterns and the codes which are shared by the members of a culture. Cradle of various cultural
identities, belief systems and shelter to many civilizations, Şanlıurfa is a very fertile field for
anthropology of death. In this study, cemetery ethnography is carried out with an exploratory
approach, the cemeteries in the city center and districts are visited several times and the burial
customs are approached via observations and interviews in various aspects. In addition, 729
randomly selected graves from the east entry, middle part and west side of Bediüzzaman
Cemetery which has a privileged position in the city, are accepted as a representational sample.
Irrespective of their characters, each grave is examined and recorded with regard to their upper
structure elements, tombstone poems, symbolic decoration and ornamentation, the number
of the individuals buried and the gender of the individuals. The frequency of these features
is tried to be evaluated in terms of certain variables such as gender and age. By means of
exploratory approach some questions such as why and how the multiple burial customs are
practiced, how family graves are arranged according to local kinship system, how the practice
of writing the cause of death on grave stones varies with respect to sex and age, how people
perceive death and how they base their perception on religious beliefs have arisen and tried
to be solved during the study. As well as examining the various insights of social identity,
“the name of woman” and “the position of children” in the cemeteries are also tried to be
probed. It is observed that paternal names are written instead of husbands’ on most of the
tombstones of women who died at an old age and who were probably married, which offers a
contradiction with the definition of patrilineality in classical anthropology. Perhaps the most
exploratory aspect of this study is the disclosure of the fact of child graveyards. That there
are two cemeteries where the children under the age of 6-7 are buried in the district of Harran and also that there are special places reserved for infants and children in two cemeteries in the
district of Viranşehir and in Harrankapı cemetery in the city center leads us to seek the cultural
roots behind the distinct child burial customs allocated among burial practices. It is seen that
this is related to developmental human envisagement with its roots in Islamic religion and
that significance is attributed to individuals according to their biocultural development. It is
observed that the individuals died before the age of seven are considered as “biologic dead”
while the individuals died after the age of seven are accepted as “social dead”. In other words,
it can be stated that individuals are considered as “non-individual” or “individual” in the eyes
of the society. Consequently, evaluation of all the statistical data clearly indicates that the
social status of women and children remain the same even after death and hierarchical social
structure is maintained in burial customs and cemeteries.
Bookmark/Search this post with
Abstract (Original Language):
Ölüm teması ve ölü gömme gelenekleri antropolojinin uzun tarihinde önemli bir yer tutmaktadır,
çünkü ölümle ilgili inanış ve uygulamalar kültürel örüntüleri, kültürün üyelerince paylaşılan
kültürel kodları içerirler. Tarihsel olarak birçok medeniyetin alanı olmuş, çeşitli kültürel
kimlikleri, inanç sistemlerini bünyesinde barındırmış olan Şanlıurfa, ölüm antropolojisi için
çok verimli bir araştırma alanıdır. Bu araştırmada keşfedici bir yaklaşımla mezarlık etnografisi
yapılmış, il merkezi ve ilçelerindeki mezarlıklara çeşitli kereler gidilmiş, gözlem ve görüşmeler
yoluyla ölü gömme uygulamaları çeşitli boyutlarıyla anlaşılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı
sıra kent içinde ayrıcalıklı bir konumu olan Bediüzzaman Mezarlığı’nın doğu girişi, orta kısmı
ve batısına denk gelen alanlardan rastgele seçilmiş 729 mezar temsili bir örneklem olarak kabul
edilmiştir. Mezarların niteliğine bakılmaksızın, her mezar; üst yapı elemanları, mezar taşları
üzerindeki şiirler, sembolik bezemeler ve süslemeler, mezara bilinen kaç kişinin gömüldüğü,
gömülü olan bireylerin cinsiyetleri gibi özellikleri açısından incelenip, kaydedilmiştir. Bu
özelliklerle hangi sıklıkla karşılaşıldığı yaş, cinsiyet gibi değişkenler açısından değerlendirilmeye
çalışılmıştır. Keşfedici yöntem sayesinde çoklu gömü geleneğinin neden ve nasıl uygulandığı,
aile mezarlığının yerel akrabalık sistemine göre nasıl düzenlendiği, ölüm nedenlerini
mezar taşına yazma uygulamasının yaşa ve cinsiyete göre nasıl değişkenlik gösterdiği, ölümü
nasıl bir kavramsal çerçevede algıladıkları ve bunu dinsel inançla nasıl temellendirdikleri gibi
sorular araştırma sürecinde ortaya çıkmış, bunların yanıtları yine araştırma süresince aranmıştır.
Toplumsal kimliğin çeşitli görünümlerini incelemenin yanı sıra mezarlıklarda “kadının adı” ve “çocuğun yeri” irdelenmeye çalışılmıştır. Özellikle ileri yaşta ölmüş, evli olması muhtemel
birçok kadının mezar taşında kocasoyu yerine sadece babasoyunun (baba adının) yer alması,
klasik antropolojinin babasoyu tanımıyla çeliştiği görülmüştür. Bu araştırmanın belki de en
keşfedici yanı, çocuk mezarlıkları olgusunun ortaya çıkarılması olmuştur. Harran ilçesinde
6-7 yaş öncesi bireylerin defnedildiği iki mezarlık ile, Viranşehir ilçesindeki iki mezarlıkta
ve il merkezindeki Harrankapı mezarlığında bebek ve çocuklar için ayrılmış bir yer olması,
ölü gömme uygulamaları içinde çocuklara ayrı muamele edilmesinin ne gibi bir kültürel
tasavvurdan beslendiği sorusunun sorulmasına yol açmıştır. Bunun İslam dininden kaynaklı
gelişimsel insan tasavvuruna dayandığı ve bireylere biyokültürel gelişimine göre bir değer
atfedildiği görülmüştür. Yedi yaşından küçük ölmüş bireylerin birer “biyolojik ölü” olarak kabul
edilirken, yedi yaşından büyük ölmüş bireylerin “sosyal ölü” olarak kabul edildikleri; bir
başka deyişle, bireylerin toplum tarafından “kişi değil” ve “kişi” biçiminde değerlendirildikleri
söylenebilir. Tüm istatistiki veriler açısından araştırmanın sonucuna bakıldığında kadının ve
çocuğun toplumsal konumunun sadece yaşarken değil, öldüklerinde de pek değişmediği; hiyerarşik
toplumsal yapılanmanın ölü gömme uygulamalarında ve mezarlıklarda da sürdüğü açık
bir şekilde görülmüştür.
FULL TEXT (PDF):
- 1