You are here

“Özgürlüğün Olmadığı Yerde Hakikat Nedir Ki?” Reha Erdem’le Söyleşi

Journal Name:

Publication Year:

DOI: 
https://doi.org/10.17572/mj2016.2.508511
Author NameUniversity of AuthorFaculty of Author
Abstract (Original Language): 
Sinema denince, çok geniş bir alandan bahsediyoruz. Baştan şunu belirteyim, benim burada sinema diye adlandıracağım şey tamamen bir sanat formatı olarak anlaşılmalı. “Sanat sineması” falan gibi uyduruk bir tanımlama değil bu, basitçe “bir düşünme, bir hayal kurma, bir anlam oluşturma biçimi olarak” sinema diyelim buna. Bugünkü anlamıyla “gerçekçi sinemanın” peşinde değil, tam tersine karşısındayım. Sinemada karıştırılmaması gereken iki gerçekçilik var. Bu sinemanın hemen ortaya çıkışıyla başlamış bir ayrım. Lumiere Kardeşler’in ilk yaptıkları, gidip hayatın içinden görüntüler çekmek oldu. Bir tür belgesel gerçekçiliği, ki sonradan bu gerçeğin yeniden üretimi estetiğini doğurdu. Georges Méliès ise hemen bir “gerçek olmayan gerçeğin” (irrealité) peşine düştü. Sinematografik harikalar yarattı. İnsanın sinema haricinde hiçbir şeyle üretemeyeceği bir gerçeklik üretti. Bu iki yolun ilki, kabaca bugünkü “gerçekçi sinema” denilen sanki görünmez bir kamera tarafından habersizce çekilmiş gerçek hayat parçalarını -ki televizyon bunu alenen yapıyorseyirlik kodlarla tüketiciye sunan bir endüstri haline geldi. İkincisi ise, sinemayı sanatların belki de en akışkan, en heyecan verici, en zengini oldurtmanın hala bütün imkânlarını cömertçe sunmaya devam ediyor. Benim sevdiğim ve içinde yürümeye çalıştığım her şeyden önce bir “özgürlük” sineması. Yapısı özgür, seyirciyle ilişkisi özgürlük üzerine kurulmuş bir “hakikat” sineması. Dayatmacı, kısıtlayıcı, buyurgan ve kuralcı değil. Özgürlüğün olmadığı yerde hakikat nedir ki?
508
511